15 Haziran 2017 Perşembe

Hz. Muhammed Medine’de

Eyüp Ensar Elkoca
            W. Montgomery Watt’a ait “Hz. Muhammed Medine”de şeklinde Süleyman Kalkan’ın tercüme ettiği bu eser, yine kendisine ait olan “Hz. Muhammed Mekke”de adlı çalışmanın devamı niteliğindedir. Watt’ın daha çok Vakidi ve İbn Hişam’ı kaynak alarak yazdığı bu eserde, Hz. Muhammed’in Medine hayatını anlatmakla beraber İslam öncesi Medine’deki durumu, kabileler arası ilişkileri, Hicret’le birlikte Müslümanların Medineli Yahudiler ve Mekkeli müşrikler ile devam eden mücadelelerini ele almaktadır. Aynı şekilde bu kitapta Hz. Muhammed’in liderliği ve büyüklüğü, kabileye dayalı Arap toplumunu İslam çatısı altında birleştirmesi, Medine’de sürdürülen iç ve dış politika, İslam devletinin özellikleri ve sosyal yapıdaki reformlar detaylıca incelenen konular arasındadır.

            A.    Hicret Sonrası Mekke İle İlişkiler
            Kitabı on ayrı bölüme ayıran Watt, ilk bölümde Medine’ye göç eden Müslümanlar ile Mekke’li Müşriklerin ilişkisini inceler. Bu bölümde Müslümanlar için Mekke hayatı artık çekilmez olduğunu, yeni bir yurt arayışında olan Müslümanlar Medine’yi tercih ettiklerini anlatır. Hicret ederken Hz. Muhammed’in konumunu değerlendiren Watt dini açıdan bir peygamber, siyasi açıdan ise Medine’deki birbirine muhalif gruplar arasında bir hakem kabul edildiğini belirtir.
            Watt’a göre Medine’ye gelen Müslümanlar artık saldırı konumuna geçmiş ve bundan dolayı Kureyşliler’e ilk seriyeler gönderilmiştir. Bir tanesi hariç yedi gazvenin tamamı Mekke kervanlarına karşı düzenlenmiştir. Ancak bu seriyelerde önemli bir çatışma olmamıştır. Bu ilk seriylere katılanların sayısı 20 ile 80 arasında değişmektedir. Kureyşliler’le yaşanan ilk çatışma Abdulah bin Cahş liderliğinde Nahle gazvesinde gerçekleşmişti. Hz. Peygamber ona mühürlü bir mektup vermiş ve onu Medine’den iki günlük mesafeye varınca açmasını istemişdi. İki gün sonra açılan mektupta Hz. Peygamber dört kişiden oluşan bir Mekke kervanına baskın düzenleme emrini vermiştir. Yaptıkları baskında kervandaki bir kişiyi öldürüp iki kişiyi de esir aldılar. Bir kişi ise kaçmayı başardı. Ancak bu olayın haram aylardan olan Recep ayında gerçekleşmiş olması Arap kabileleri arasında Müslümanları zora sokmuştu. Tedirgin olan Müslümanlar inen ayetler ile rahatlamıştı. Ayette haram ayda savaşmak büyük bir şeydir fakat insanları Allah yolundan saptırmak ve onu tanımamak daha büyüktür deniyor, fitne katilden beterdir ilkesi ile bu durum açıklanıyordu. Hz. Peygamber ganimetleri almak konusunda tereddüt etmişse de sonraları almıştı.
            Bu konuya zikrettikten sonra kısa değerlendirmelerde bulunan Watt, Hz. Muhammed’in gizli talimatını ve aldığı tedbiri dikkat çekici bulur. Hz. Muhammed’in düzenleyeceği seferleri gizli tutma stratejisiyle başarısızlık riskini azalttığını söyler. Bazı tarihçilerin Hz. Peygamber’in gönderdiği bu seferde “baskın yapın” emri yerine “gözetleyin” emrini verdiğini ancak bunun Hz. Muhammed’in üzerinden yük kaldırmak için uydurulan bir şey olduğunu söyler. Sonuç olarak bu olay Kureyşliler’i daha da öfkelendirmiştir.
I.               Bedir Savaşı
            Nahle gazvesinden sonra Ebu Süfyan’ın başında bulunduğu yeni bir kervana baskın yapmak için yola çıkıldı. 50 bin dinar değerinde olduğu söylenen bu kervana yapılacak baskın Mekke’nin ileri gelenlerinin çıkarlarına tamamen tehlikeye sokmuştu. Hz. Muhammed’in ordusunun kendilerine saldıracağını düşünen Ebu Süfyan derhal Mekke’ye haber gönderdi. Mekkeliler bu talebe 950 civarında büyük bir güçle cevap verdiler. Kervan tehlike yaşamadan Müslümanlardan kaçmayı başardıysa da Mekkeliler Hz. Muhammed’den tümüyle kurtulmak istiyordu. Savaş Hicri 2. yılın Ramazan ayında gerçekleşecekti. Müslümanlar Ebu Cehil kumandasındaki ordunun Bedir’e doğru gelmekte olduğu haberini alınca bir gün önceden su kuyularını tutmuştu. Mekke tarafındaki bir kuyuyu açık bırakarak kendilerinin istediği yer ve şartlarda mevzilenmelerini sağlamışlardı.
            Bedir’e gelen Kureyşliler ile Müslümanalar karşı karşıya geldiler. Arap savaşlarında olduğu gibi önce münferit karşılaşmalar yapıldı. Daha sonra meydan savaşı yapıldı ve Müşrikler mağlup edilerek yetmiş kişiye yakın Mekkeli öldürüldü. Malları ise ganimet olarak toplanarak Müslümanlar arasında paylaştırıldı. Esir edilenler ise fidye karşılığı tekrar geri gönderildi. Esirler için verilen kararı değerlendiren Watt,  bu tercihinHz. Muhammmed’in merhametine işaret etmekle birlikte amacının Kureyşlileri yok etmek değil, ufukta gördüğü daha uzak amaçları gerçekleştirmek için Mekkelilerin idari kabiliyetlerin istifade etmek istediğini gösterir yorumunu yapar.
            Watt, Bedir savaşını anlatırken Müslümanların bu zaferi kazanmalarında birkaç faktörün bir araya geldiğini söyler. Öncelikle peygamber etrafına kenetlenmiş Müslümanlar’da bir birlik ve bütünlük varken müşrikler bu bütünlükten yoksundu ve Ebu Süfyan’ın kurtulmasıyla bir kısmı geri dönmüştü. Aynı şekilde müşrik ordusu daha yaşlı askerlerden oluşuyordu. Müslümanlardaki ahiret inancı ve şehitlik bilinci müşrikleri mağlup etmelerinde önemli rol oynamıştı. Tüm bu etkenler tarihi zaferin kazanılmasında önemli rol oynamaktadır.
            Bedir savaşında Müşrik liderlerin öldürülmesi ve Müslümanların kesin bir zafer kazanıp ganimetlerle geri dönmesi Arap kabilelerinin İslam’ı tekrar düşünmelerini sağlamıştı. Aynı şekilde Müslümanların Hz. Muhammed’e olan güvenleri de daha da pekişmişti. Bu savaştan az bir zaman sonra Yahudi kabilesi Beni Kaynuka’ya sürülecek ve Abdullah b. Übey’in 700 kadar müttefiki sürgün edilecekti.
II.            Uhud Savaşı
            İtibar kaybına uğrayan Mekke bunu telafi etmek ve Bedir’de ölen yakınlarının intakımını almak için Uhud’a geldiler. Medineliler’i savaşa tahrik etmek için hayvanlarını kasıtlı olarak Medine civarındaki pamuk tarlalarında otlatıyorlardı. Hz. Peygamber derhal bir savaş meclisi kurarak Müslümanların fikirlerini aldı. Bir kısmı Medine’de kalıp düşmanı hem muhasara ile hem de dar sokaklarda savaşmak ile zorlamayı teklif etti. Çoğunluğu gençlerden oluşan grup ise Mekkeliler’in tarlalarını tahrip etmelerine müsaade etmenin acziyet kabul edileceğini ve bedevi kabileler nezdinde itibarlarını zedeleyeceğini söyleyerek düşmanın karşısına çıkmayı teklif ettiler. Hz. Muhammed de bu yönde karar verdi. Daha sonra düşmanla karşılaşmayı savunanlar ilk planın da olabileceğini söyleyince Hz. Muhammed zırhını giyen bir peygamberin onu tekrar çıkarmayacağını söyleyerek verdiği karardan dönmedi.
            Watt, savaş yolunda 300 kadar kişiyle dönen Abdullah bin Ubey’in kendi fikirleri kabul edilmedi diye döndüğüne dair tezlerin yanlış olduğunu, büyük ihtimalle Medine’yi savunmak için Hz. Peygamber ile mutabakat içerisinde geri çekildiğini savunur. Kaynakların onu karalamak için bu şekilde yazdığını ifade eder ama kendisi de tezine dayanak olacak hiçbir delil yahut kaynak göstermemektedir. Savaşa katılmayarak bağımsız hareket etmişse tarafsız kalıp her iki taraf nezdinde durumunu güçlendirmek için bunu yaptığı ihtimalini aktarır.
            Yapılan savaşta zafer tam Müslümanların eline geçmişken Hz. Peygamber’in okçular tepesine yerleştirdiği okçular ganimet peşine düşüp mekanlarını terk edince ve kargaşa içerisinde Hz. Peygamber’in öldürüldüğü yaygarası kopartılınca savaş biranda tersine döner ve en nihayetinde Müslümanlar iki ateş arasında kalıp mağlup oldular. Müslümanlar Uhut’un eteklerine çekilip tekrar düzeni sağlamaya çalışırlar. Mekkeliler savaş alanında bir müddet daha kaldılarsa da Ebu Süfyan alacağını almış olduğunu düşünerek Mekke’ye döndü. Watt’a göre Mekke’nin başarısı büyük ölçüde yetenekli komutan Halid bin Velid’e bağlıydı. Diğer taraftan Hz. Peygamber Bedir’den sonra güce ihtiyaç duyduğu için ganimet beklentisiyle de olsa İslam’a giren kişileri geri çevirmemişti. Bu yüzden Uhud’da ciddi disiplinsizlik söz konusuydu ve sadece okçulardan değil diğerlerinde de sebatsızlık olabilirdi. En nihayetinde bu savaş Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza dahil yetmiş Müslüman’ın şehadetiyle sonuçlanmıştı. Ancak Hz. Muhamed bu felaketin tamir edilemez bir felaket olmadığını ve çok şeyin yakın gelecekteki tasarrufuna bağlı olduğunun farkındaydı. Aynı şekilde savaştan sonra yeni bir saldırı ihtimaline karşı Mekkelileri takip ettirerek gerekli tedbirleri elden bırakmadı.
            Hz. Peygamber daha sonraki yıllardaki temel hedefi Medine’ye karşı düşmanca faaliyetleri engellemek oldu. Güçlü istihbaratı sayesinde kabilelerin Medine’yi tehdit için biraraya geldiğini haber alınca derhal birlikler göndererek onlara baskınlar yaptırıyordu. Bu şekilde Mekkelilerin büyük ittifaklar kurmasını engelliyordu. Bu arada Müslümanlar kuzeydeki kabilelerle ilişkileri güçlendirme gayretinde idiler. Nitekim Müslümanlar Uhud’a rağmen ayaktaydılar.
            Bir taraftan bu dengeler gözetilirken diğer taraftan yine de Bi’ri Ma’une ve Reci gibi acı olaylar yaşanabiliyordu. Hz. Muhammed’den davetçiler isteyen kabilelere Hz. Peygamber yetişmiş Müslüman davetçileri gönderiyordu. Yine böyle bir amaç için görevlendirdiği kırk ile yetmiş arası Müslüman davetçi Bi’ri Ma’une’de organize edilmiş bir saldırı ile şehit edildi. Hz. Peygamber bunu yapanların cezalandırılması içi için Allah’a dua etmişti. Reci olayında ise yedi Müslümanın şehit edildi. Watt’a göre tüm bunlar Müslümanların hilelere ve düşmanın adımlarına karşı ne kadar dikkatli olmaları gerektiğini gösteren hadiselerdi.
III.          Medine Muhasarası
            Hendek gazvesi olarak bilinen bu savaş 31 Mart 627 yılında meydana geldi. Birçok kabilenin katıldığı bu savaşta Hayber’e sürgün edilen Nadiroğulları da ittifakı toplamak için epeyce çalışmış, savaşa katılmaları halinde Gatafanlılar’a Hayber hurma üretiminin yarısını vermeyi taahhüt etmişlerdi. Bu 10 bin kişiden oluşan ordunun 4000’ini Kureyş ve müttefikleri, diğerlerini ise Gatafan ve Süleym başta olmak üzere Mekke ittifakının yanında yer alan diğer kabileler oluşturuyordu. Müslümanlar ise toplam 3000 kişiydi. İranlıların savunma stratejilerinden olan bir yöntemle Hendekler kazılarak Mekkelilerin şehre girmesi engellenmişti. Böylece Mekke ittifakı iki hafta Medine’nin önünde bekledi ancak hendeği geçemediler. Soğuk hava ve fırtınanın da etkisiyle kuşatma dayanılmaz hale geldi ve birlik dağıldı. Watt’aa göre Hendek fikri şartlara çok uygun bir stratejiydi.
            Watt ayrıca Müslümanların daha önceki tecrübelerinden hareketle bu muhasara öncesinde attığı adımları da değerlendirir. Uhud’da yaşandığı gibi Müşrikler Medine tarlalarını talan etmesin diye bir ay öncesinden mahsuller biçilmiş, Mekkeliler’in atları yem bulmakta güçlük çekmişti. Gatafanlılar’a da Mekke ittifakına katılmamaları için Medine hurmalarının önce üçte birini sonra da yarısı teklif etmeyi düşünmüşlerdi ancak bu Müslümanlarca kabul görmedi. Herhangi bir karara varılmasa da bu adım düşman arasındaki ihtilafı arttırdı. Bununla birlikte Hz. Muhammed’in gizli ajanlarından biri Medine’deki Yahudilerle Kureyşliler’in ittifak kurmasını engellemek için iki taraf arasında şüphe soktu. Böylece içten gerçekleşecek muhtemel bir saldırıya karşı Müslümanlar sırtlarını sağlama almışlardı. Netice itibariyle Mekkeliler ve civar kabilelerin oluşturduğu bu ittifak hiçbir şey elde edemeden geri döndü.
IV.          Mekkeliler'in Kazanılması
            Watt’a göre Hz. Muhammed için olayların özellikle dini veçhesi belirleyici nitelikteydi. Onun en yüksek hedefi tüm Arapları İslam’a davet etmek olmuştur. Ancak ona göre Hz. Peygamber İslam’ı evrensel bir din olarak düşünmüyordu. Bu noktada Watt muhtelif devlet başkanlarına gönderilen mektuplarda çelişkiler olduğunu iddia eder. Zira mektup daha çok siyasi içeriklidir. Ancak bu mektuplar aynı zamanda Hz. Muhammed’in Kureyş’i mağlup etmenin daha ötesinde şeyler düşündüğünü de gösterir.
            Hz. Muhammed gördüğü bir rüya sonucu umre yapmak üzere Mekke’ye gitmeye karar vermişti. Yaklaşık 1500 kişilik bir grupla yola çıktı. Mekkeliler buna engel olmak istedi. Hudeybiye’ye gelindiğinde taraflar arasında elçiler gidip geldi. Hz. Peygamber ashabından tekrar biat aldı. En nihayetinde anlaşma imzalanmış ve Müslümanlar o yıl geri dönmek zorunda kalmıştı.
            Hz. Peygamber Hudeybiye’den döndükten sonra Mekkelilerin gücünü yok etmek yerine Hayber’e sefer düzenledi. Bu başarı Mekkelilerin gözünü korkutmuştu. Çeşitli kabilelerle anlaşmalar yaptı ve elçiler gönderdi. Mekkeliler Hz. Muhammed’in müttefiki olan Huzaalılar’a karşı kurulan tuzakta yer aldı. Anlaşmalı kabileye yapılan saldırı o dönem savaş sebebiydi. Ebu Süfyan kendilerinin suçsuz olduğunu savunmak için çok çaba gösterdi ancak özrü kabul edilmemişti.
            630 yılında Hz. Muhammed 10.000 kişilik bir orduyla yola çıkmıştı. Öncesinden küçük birlikler göndererek Mekke’ye giden yolları kontrol altına aldı. Mekkelilerin bu topluluğa karşı koyacak gücü yoktu. Hz. Peygamber genel af ilan ederek birkaç küçük hadise hariç kansız bir şekilde Mekke’yi fethetti. Orada on beş yirmi gün kaldı. Kabe ve evleri putlardan temizletti.
            Watt’a göre Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği İslam, dini ve sosyal bir sistem olarak Arapların ihtiyaçlarına uygun bir formata sahipti. Dolayısıyla Mekke’nin fethiyle birlikte mecbur da olsa Müslüman olanlar bu dine girmekte zorluk çekmediler. Nitekim o coğrafyada artık en etkili güç olan Hz. Muhammed’in ordusunda bulunmak aynı zamanda ganimet demekti. Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazvesine Mekkeliler de iştirak edecekti. Ancak Hevazin ve Sakif kabileleriyle yapılan bu savaş ganimetten ziyade kendi varlıklarını koruma düşüncesiydi. Çünkü bu iki kabile Kureyş’in eski düşmanıydı. Ve büyük bir ordu oluşturmuş, her şeylerini ortaya koymuşlardı. İlk başta Müslümanlar biraz endişeye kapıldılar ancak savaş sonunda bu iki kabile mağlup edilmiş, malları Müslümanların ellerine geçmişti.
            Hz. Muhammed zaferini sağlamlaştırmak için Huneyn’den sonra hemen Taif’e gitti ve orayı muhasara altına aldı. Ancak on beş gün sonra muhasarayı kaldırarak Medine’ye döndü. Watt’a göre Hz. Muhammed tarafından getirilen hukuki anlamdaki yeni sınırlamalar Mekke’deki eski ticari hareketliliği de düşürdü. Çünkü artık tefecilik gibi uygulamalara izin yoktu. Medine ticaret için daha iyi bir merkez haline gelmişti.
V.             Arapların Birleştirilmesi ve İslam Toplumu
            W. Montgomery Watt ilk üç bölümde özet bir şekilde siyerin belli başlı konularına kronolojik olarak değindikten sonra dördüncü bölümde “Arapların birleştirilmesi” başlığına yer verir. Burada da Arap yarımadasında bulunan değişik kabilelere, bu kabileler arası ilişkilere ve bunların belli başlı özelliklerine yer verir. Hz. Peygamber bu kabileleri kimi zaman evlilik yoluyla kimi zaman anlaşmalar ile kendisine bağlamıştı. Heyetler yılı ve Mekke’nin fethinin ardında bu ittifak daha da güçlenmişti. Bazı kabileler ile dini herhangi bir talepte bulunmaksızın da anlaşmalar yapmıştır.
            Watt’a göre İslam’ı kabul etmek demek aynı zamanda Hz. Peygamber’in emir verme hakkını da kabul etme anlamına geliyordu. Ancak bu dine giren kabile yapılan ittifakların avantajlarından da istifade edilebilecekti. Watt bu konuda daha da ileri giderek insanları Medine’ye getiren ve Hz. Muhammed’e bağlayan şeyin ganimet sevgisi olduğunu söyler. Bundan dolayı Kuzey’e doğru genişleme stratejisi benimsenmiştir. Ancak bu iddia genele hamledilemeyeceği gibi Hz. Peygamber’in amaç ve misyonuna terstir. Nitekim kitabın başka yerlerinde O’nun yegane amacının dini tebliği etmek olduğu ve bu çağrıya ganimet düşüncesi olmasa da cevap vererek Müslüman olanların bulunduğu ifade edilmektedir.
            Watt’a göre Ortadoğu’da din ile siyaset daima birbiriyle yakından ilişkili olmuştur. Bizans ve Pers imparatorlukları dağılma sürecine girdiği o dönemde, güneyde büyük bir cazibeye sahip olan İslam tutunulacak en önemli dal olmuştu. Aynı şekilde siyasi güç elde etmek için dini söylemlerle ortaya çıkan ve kendilerinin peygamber olduğunu iddia eden yalancı peygamber ile zekat vermemek için dinden çıkan Ridde hareketlerinde de din ile siyasetin iç içeliğini görmek mümkündür. En nihayetinde İslam içine kabilelerin konulabileceği, güçlü temellere dayalı bir siyasi sistem kurmuştur.
            Kitabın beş ve altıncı bölümleri Medine’nin iç politikasına ayrılmıştır. Watt, 1000 Medineli sahabinin nesep bilgileri kaynaklarda mevcut olsa da bazı konular hakkında net konuşabilmek için yetersiz kaynak bulunduğunu ifade etmektedir. Watt bu bölümde Medine’de var olan Evs ve Hazrec gibi grupların İslam öncesi kavgalarına değinmekte, Medine civarında yaşayan kabilelere dair tek tek bilgiler vermektedir. Aynı şekilde Medine’de yaşayan Yahudi kabilelerine ve münafık olarak zikredilen kesimlere değinmektedir. Medine, Fedek, Vâdi el Kurâ, Teyma ve Hayber’de yaşayan Yahudiler ellerinden geldiği kadar Hz. Muhammed’e karşı çıkmış, onunla mücadele içerisine girmişlerdi. Hz. Muhammed ise önceleri berber yaşama imkanı arasa da sonunda onları Medine’den uzaklaştırılmışlardı.
            “İslam Devletinin Özelliği” üst başlığını taşıyan yedinci bölümde ise Watt, Medine’ye hicretin ardından ortaya çıkan Medine Anayasası’nı incelenmeye çalışmıştır. 47 maddelik metni zikrettikten sonra bu belgeyle alakalı tartışmalara değinir. Ona göre bu belge bir bütün olarak yazılmaktan ziyade farklı tarihlerde kaleme alınmıştır. Medine Anayasası’nda Hz. Muhammed’in konumuna da değinen yazar onun hem bir peygamber hem de kanun koyucu bir lider olarak tanımlandığına dikkat çeker. Ancak her hangi bir kabilenin lideri değil Medine’ye hicretle birlikte inşa edilen ümmetin lideridir. Bu noktada Watt ümmet kavramı üzerinde durur. Değişik kabilelerden Medine’ye hicret edenler kabilelerini terk ederek ümmete katılmışlar, yeni kimliklerini ve çıkarlarını bunun üzerine bina etmişlerdi. Artık Medine’de kan bağından ziyade ortak dini bağlılığa dayanan bir toplum inşa edilmişti
            Sekizinci ve dokuzuncu bölümlerde ise yeni din ile toplumsal yapıda reform konularını inceler. Bu bölümde toplumdaki can ve mal güvenliği, evlilik ve aile, miras, kölelik, riba, içki gibi konularda ortaya çıkan değişimi anlatmaktadır. Aynı şekilde dini alandaki yükümlülükler artık daha da belirgin hale gelmiştir. Yazar namaz, oruç, zekat, hac ibadetleri ve Allah’ın bir olduğuna tanıklık edip Hz. Peygamber’in onu Resulü olduğuna iman etmeyi İslam’ın dini kurumları olarak adlandırır. Ayrıca İslam’ın Yahudilik ve Hıristiyanlık dinleri karşısındaki duruş ve tutumuna dikkat çeker. Watt’ın yaptığı bazı analizlerde Hz. Peygamber’in diğer dinlere karşı kendi iradesi ile tavır belirlediği tezini savunmakta, ancak bu durum Allah’ın emrettiği şekil ne ise o duruşun esas oluşu prensibini göz ardı etmektedir. Hz. Peygamber siyasi olaylarda siyasi duruş ve tavır belirlemiştir ancak bu gibi dini hususlar karşısındaki tavrını tamamen din sahibi olan Allah belirlemektedir.
            Kitabın son bölümü olan onuncu bölümde ise yazar Hz. Muhammed’in insan olarak büyüklüğü ve dış görünüşü gibi konulara değinmektedir. Kaynaklarda geçen özelliklerini tek tek sıralayan yazar anlatılanların İslam devletini kuran tarihi kişiyle tamamen uyuştuğunu, dolayısıyla karşı çıkılacak bir tutarsızlığın olmadığını vurgular. Daha sonra Batılılar tarafından Hz. Peygamber’e yöneltilen eleştirilere yanıt verir. Evlilikleri ve siyasi kararları gibi hususlara o dönemin ölçüleri ışığında bakılması gerektiğini ısrarla belirtir. Aynı şekilde siyerdeki Hudeybiye anlaşmasının feshi, haram aylarda yapılan Nahle gazvesi, Kureyzaoğulları hakkında verilen hüküm, Hz. Peygamber’in Hz. Zeynep ile evliliği gibi Batılıların dillerine doladığı konulara tarihi bağlam içerisinde tek tek cevap verir.  Doğru bilgilere yanlış bakış açısıyla yaklaşarak bir sonuca varmaya çalışılmanın doğru bir yöntem olmadığına dikkat çeker.
VI.          İslam’ın Evrenselliği ve Hz. Peygamber’in Büyüklüğünün Temelleri
            Watt kitabın son bölümlerinde İslam’ın evrensel bir mesajının olup olmadığını da sorgular. Giderek tek bir dünya haline gelen bugünkü dünyada evrensel kabul edilecek ilkelerin aynı zamanda fiilen evrensel olan ahlaki ilkeler olması gerektiği düşünür. Ona göre İslamın giderek güçlenmesiyle birlikte dünya bir şekilde Hz. Muhammed’in tüm insanlık için bir davranış ve karakter modeli olup olmadığını tartışacaktır. Ve şimdiye kadar bu konu hakkında söylenenler olayın ancak giriş cümlesi olarak kabul edilebilir. Watt’a göre bu noktada Müslümanların Hz. Muhammed’in hayatından dünyanın mevcut durumuna yaratıcı bir katkıda bulunacak evrensel ahlaki ilkeleri keşfetmesine bağlıdır ve bu şans hala ellerindedir. Birleştirilmiş dünyada ideal insan modelinin o olduğuna insanları yaşayarak ikna edebilmelerine bağlıdır. Watt bu çıkarımları yaptıktan sonra “Eğer iyi bir örnek ortaya koyabilirlerse, onlara kulak vermeye ve öğrenilecekleri öğrenmeye hazır bir kısım Hıristiyanlar bulunmaktadır” der. Bu konuda örnek olabilmek için de sağlam ilim adamlığı ile derin bir ahlaki bakışın bileşimine sahip olmak gereklidir. Ancak bu sayede Müslümanlar dünya kamoyunu etkileyebilecektir.
             Watt’a göre ahlaki açıdan örneklik yakın planda pek mümkün gözükmese de diğer tek tanrı dinlerde ihmal edilen ya da unutulan bir konu olan Allah’ın gerçekliği konusundaki vurguyu devam ettirmek dünyaya katkıda bulunacak bir şeydir.
            Bu konuyu incelemeye devam eden Watt’a göre Kur’an günümüzün ihtiyaçlarına ve şartlarına hayranlık uyandıracak derecede uygun düşmektedir. Hz. Muhammed’in ister vahiy yardımıyla olsun ister doğuştan olsun geleceği görerek ona uygun planlar yapması, küçücük bir oluşumu dünya devleti yapan ve 14 asır devam eden sistemi kuran bir devlet adamı oluşu onun siyasi yetkinliğini gösterir. Aynı şekilde yönetim işleri konusunda yetkilendireceği kişileri seçmedeki hikmet ve feraseti onun büyüklüğünün temellerindendir.
            Hz. Peygamber hakkında genel bir değerlendirme yapan Watt son olarak şu tespitlerde bulunur; “Şartlar ona önemli fırsatlar vermiştir ancak o da bu şartlara çok uygun birisidir. Allah’a olan güveni herşeyin üzerindedir. Bu inanışı olmasaydı insanlık tarihinin önemli bir bölümü yazılmamış olacaktı. Kısaca o Ademoğlunun en büyüklerinden birisiydi.
            On bölümden oluşan bu kitabın arkasına değişik konulara ait ekler yerleştiren yazar yer verdiği tablolarla anlattıklarını daha anlaşılır hale getirmektedir. Kitap boyunca konuları anlatırken boşlukları tutarlı ihtimallerle doldurup başka örneklerle sağlamasını yapması bu kitabı diğerlerinden ayıran en önemli farklılığıdır.


                                                                                            Eyüp Ensar Elkoca

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar