Hüseyin Paça
Yazar Önsöz kısmında; tarih
yazımında takip edilen ‘rivayetçi’, ‘öğretici’ ve ‘araştırmacı’ metotları
hatırlatarak kaleme almış olduğu eserini genel anlamda ‘öğretici’ ve ‘araştırmacı’
usullerini kullanarak hazırlamış olduğu anlaşılmaktadır. Rivayetçi metodla
aktarılan haberleri tasnif ve tenkide tabi tutup eserin adı ile ilişkilendirerek
işlemiştir.
Eserde; sade, akıcı ve
anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Okuyucuyu sıkmadan sürükleyici bir üslup
yakalanmıştır.
Asabiyet konusu ile ilgili
yapılmış çalışmalardan bahsedilmiştir. Türkiye’de, Ahmet Ercüment Gedikli’nin İslam
Asabiyye Milliyetçilik ve Murat Ergin’in doktora tezi olarak hazırlamış
olduğu Siyasi ve İtikadi Mezheplerin Doğuşunda Kabile Asabiyetinin Rolü olmak
üzere iki çalışmanın olduğu bilgisi verilmiştir. Arap dünyasında da benzer
çalışmaların yapıldığı belirtilmiştir. Bu kitaplarda ve diğer İslam tarihi
kaynaklarında asabiyeye atıflar yapılarak hadiselerdeki etkinliğinin
vurgulandığı, Müslümanlar adına üzücü hadiselerde ortaya çıkan sıkıntı ve
problemlerin kaynağı olduğu imalarının yapıldığı anlatılmıştır. Konu ile ilgili
olarak ilk değerlendirmelerin İbn Haldun tarafından yapıldığı anlatılmıştır. İbn
Haldun’un asabiyenin; devletin kurulması, dinin yayılması için birinci derecede
gerekli olduğu tezini savunduğunu, onun yapmış olduğu değerlendirmelerin lokal
bölgeler üzerinde yapılan gözlemlere dayalı olduğunu ve daha geniş bölge
üzerinde değerlendirmeler yapabilmiş olması halinde farklı sonuçlara da
ulaşacağı dikkate sunulmuştur.
Eserde, cahiliye döneminden
Emeviler dönemi sonuna kadar geçen sürede meydana gelen hadiseler asabiye
açısından değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Okuyucu zaman zaman ‘olumsuz her
olayın altında mutlaka asabiye kavramı var’ düşüncesine kapılmakta ise de yazar
bunu izale temek için hatırlatmalarda bulunmakta ve olayların tek sebebinin
asabiye olmadığı sebeplerden bir tanesinin asabiye olabileceğini vurgulamaktadır.
Eser,
giriş ve dört bölümden oluşmaktadır.
Giriş bölümünde kabile
hayatına genel bir bakış altında kabile kavramı üzerinde durulmaktadır. Kabile
terimi; ‘aynı atadan geldikleri kabul edilen ve aralarında nesep
irtibatı bulunan insan toplulukları’ olarak tanımlanmıştır.
Arap topluluk yapısının
derecelendirmeleri genelde; “cizm, cumhur, sa’b, kabile imare, batn, fahz,
aşîre, fâsıla, raht” şeklinde 10’lu sistemle yapıldığı gibi bazı kaynakların:
“taife, kabile, imare, batn, fahz, fasıla” şeklinde 6’lı bir derecelendirme
yaptığı belirtilmiştir.
Eserde kabile asabiyeti
denildiğinde, mutlak olarak kabilenim değil bütün topluluk
derecelendirmelerinin asabiyeti kastedilmektedir. Karışıklığı aza indirmek için
Mudar asabiyeti, Kelp asabiyeti gibi tamlamalı terimler kullanılmıştır.
Çöl hayatına en uygun düzenin
kabile yaşantı tarzı olması hasebiyle Arapların bu düzeni asırlar boyu
korudukları, İslam’ın başlangıç döneminde devlet yapılanmasının da kaile
düzeninden esinlenerek oluşturulduğundan kabile düzenin uzun süre canlı kaldığı
vurgulanmıştır.
Kabile adlandırılmasında genellikle
Temim, Evs, Hazreç, Beni Haşim gibi ortak atanın ismi ile adlandırılmıştır.
Bazen de; Hindef gibi anne adı, Bahile gibi dadı ismi, Tenuh gibi coğrafi mekân
veya Gassan gibi su kaynağı adı ile de anılmışlardır.
Kabile Şeyhi; eşit
özelliklere sahip kabile ileri gelenleri arbasından daha yaşlı olan kişi şeyh,
reis gibi adlarla kabilenin başına geçer. Şeylik babadan oğula geçmekle
birlikte mutlak bir kural değildir. Ferdi hüner ve kabiliyete bağlıdır. Şahsi
meziyetler asıl tercih sebebidir.
Kabile şeyhinin asıl görevi
emretmek değil kabileyi diğer kabilelere karşı temsil etmektir. Kabile adına
savaş ilan eder, barış anlaşmalarını yapar, diyetleri öder, kabile adına
elçilik yapar. Reisin yetkiden ziyade sorumlulukları daima ön plandadır.
Kabile hayatı bir sosyal
düzendir. Bu sayede kabile bütünlük ve istikrarı korunmuş olmaktadır. Fert
bütün haklarını kabile sebebiyle elde ettiği bilincindedir. Kabile mensubiyeti
kişinin hayat garantisi anlamına gelir. Bu anlayış fertleri kabile kurallarını
tereddütsüz kabul etmeye götürmektedir. Kabileye bağlılık o kadar ileri düzeye
ulaşmıştır ki bazı zamanlarda ittifak halinde savaşa girildiğinde başka kabile
komutanı altında savaş bile kabul edilmez olmuştur. Herkes kendi kabilesinden
olan komutan altında savaş istemişlerdir.
Kabile üyeleri; ortak
ataya dayanan bir topluluk olarak tanımlanmış olmakla birlikte bu safiyet zamanla
değişmiş mevali ve köle sınıfının da katılması ile üç farklı tabaka halinde
çeşitliliği içinde barındırmıştır. Bunların hakları da birbirinden farklıdır.
Birinci Bölüm Asabiyet ve
Tezahürleri başlığı altında konuları ele almıştır.
Asabiyet kavramını genel olarak anlaşılır biçimde toplumun ‘birlik ve dayanışma
ruhu’ şeklinde tanımlanabilir. Asabiyet ve ırkçılık kavramları
değerlendirilmiştir. Asabiyet ve ırkçılıkta asıl çıkış noktası kan bağıdır. Bu
yönüyle asabiyet ırkçılığın ilk basamağı ya da bir çeşidi olarak
değerlendirilmiştir. Farklı olarak: Irkçılık bir ırkı üstün kabul edip o ırka
mensup olanları bir araya getirip bütünleştirmeyi hedeflerken bunun aksine
asabiyet aynı ırka mensup olanları kabile, cizm ve fasıla gibi daha küçük
gruplara bölme, parçalama ve aralarında düşmanlık meydana getirmenin ön planda
olduğu belirtilmiştir. Asabibiyet, şövenizm ve milliyetçilik ilintili
kavramlardır.
Cahiliye dönemi ve İslam’ın
başlangıcında Arapların asabiyet sınırını aşarak kavmiyet şuuruna
erişemedikleri yani o dönemlerde kabileler halinde yaşadıkları için onlarda
millet bilinci gelişmemiştir. Zira bu şuurun gelişmesi için başka milletlerle
karşılaşma ve bir bütün halinde onlarla hesaplaşmaya girmeleri gerekmiştir.
Arapların başka milletlerle bir bütün olarak karşılaştıklarında millet
bilinçleri oluşmuştur. Bu Emeviler dönemine Arap-Mevali ilişkisi merkezinde
görünürleşmeye başlar ve Abbasiler döneminde olgunlaşıp ‘Şuûbiye’ hareketi olarak
ortaya çıkar.
Asabiyetin gücü; olumlu
ve olumsuz olarak asabiyet Arabın ruhuna hâkim olan mutlak bir otoritedir.
Toplumu birleştirdiği kadar parçalayan bölen bir güce sahiptir. Farklı
kabilelere mensup dostları, karı kocayı ayırabilir. Bedevi Araplarında daha
güçlü bir etkiye sahiptir. Arap şiirinde derin izleri görülür. Asabiyet
genellikle baba cihetinden akrabalığın bir tezahürüdür. Ana tarafından asabiyet
örneklerinin en barizi Emeviler döneminde görülür. Evlilik sonucu ortaya çıkan
ana yoluyla asabiyet sebebiyle halifelerin bazıları Mudari, bazıları da Yemeni
asabiyetten yana tavır almışlardır.
Asabiye, kabile üyelerine
yazılı olmayan bir sözleşme gereği gibi ister zalim olsun ister mazlum olsun akrabalarına
yardımlaşmayı zorunlu kılar. Suç ve cezada kolektiftik vardır. İntikamın
alınması kabile üyelerinin ortak görevidir.
Asabiyetin temel dayanağı Ensab
Cetvelleri; Arapların soylarına düşkün olduklarından dolayı ensab
cetvelleri ortaya çıkmıştır. Nesep ilmi Hz. Adem’e kadar uzanan Arap soylarını
ele almaktadır ve günümüze kadar gelmiştir. Her kabile için nesep cetvelleri
düzenlemekte ve silsileyi soyun en üst ortak atasına kadar götürmektedir. Çok
sayıda ensap kitabı yazılmıştır.
Ensab Cetvellerine göre Arap
soyları: Arapların tamamının Nuh Peygamberin oğlu Sam’ın soyundan
geldiğini kabul ederler. Sami kavmi
olarak adlandırılır. Sami ırkları; Aramiler, İbraniler ve Araplardır.
Araplar: a) el-Arabu’l-Baide: Ad, Semud, Medyen (soyu tükenmişler)
b) el-Arabu’l-Bakiye: Soyu devam eden Araplar
veya
Araplar: a) Arîbe: Ad, Semud ve Medyen ( soyu
tükenmişler)
b) Müteaaribe: Arîbe’nin dilini kullanıp yurtlarında yaşayan
Kahtanoğulları.
c) Müstarîbe: Sonradan Araplaşan ve İsmailoğullarını içine
alanlardır. İsmail (as) aslen Yemen’den gelip Mekke’yi yurt edinen Kahtani
asıllı Cürhüm kabilesi resinin kızıyla evlenmiş ve soyu bu şekilde yayılmıştır.
Onun neslinden gelenler önce İsmailoğulları, sonraları da Adnanoğulları olarak
isimlendirilirler.
Bu sınıflandırmadan sonra soyu
tükenmiş olanlar dışarıda bırakıldığında;
Araplar: a) Kahtaniler (Güney Arapları)
b) Adnaniler (Kuzey Arabistan Arapları) şeklinde iki ana
soya ayrılırlar.
Cahiliye Arapları Kahtani ve
Adnani isimlendirilmesini biliyorlardı ancak ayrıntılı bilgileri yoktu. Bu
tasnifin Emevilerin başlangıç döneminde şekillendiği söylenilebilir.
Cahiliye Arapları çölde küçük
kabileler şeklinde yaşadıkları için daha çok dar kapsamlı kabile asabiyeti
vardır. Adnani-Kahtani şeklinde büyük kabile federasyonu asabiyeti dört halife
ve Emeviler döneminde gelişmiş olduğu söylenebilir.
Eserde asabiyet konusunda
anlatılan olaylarda referans alınmış sınıflandırma genel hatlarıyla aşağıdaki
şekildedir;
Araplar:
A) Adnaniler: 1-) Mudar → a) İlye’s →
Kinane →Kureyş
b)Kays-ı Aylan (Kaysiler)→Fehem, Süleym, Hevazin, Sakif Gatafan, Gânî
2-) Rebia → Zubey’a, Esed, Anze,
Abdülkays, Bekr, Tağlib
B) Kahtaniler: 1-) Himyer→ Kudaa, Kelp
2-) Kehlan→ Eşa’rûn, Mezhic, Lahm, ,
Kinde, Ezd, Evs, Hazreç
Ensab
cetvellerinin sıhhatı konusundan farklı tartışmalar yapılmıştır. Ancak bu
sistemin uygun olup olmadığı birinci derecede önemli değildir. Asabiyet
konusunda aslolan, tarihi gerçeklere uygunluk değil, bu konuda tereddütsüz bir
inanca sahip olmaktır.
Asabiyenin
tezahürleri; nesebe düşkünlük ve kabile övünmesi -ki bunları daha çok
kabile şairleri dile getirir- şeklinde ortaya çıkar. Yine kan davaları ve
intikam savaşları şeklinde kendini gösterir. İntikam almak aslında bir bakıma
çölde yaşamanın da bir sigortası görevi görmesidir. Asabiyet bir anlamda ferde
iftihar ve intikam gibi iki sorumluluk yüklemektedir.
İkinci
Bölüm Hz. Peygamber Döneminde Asabiyet konularını ele almıştır.
Mekke
şehir devletinin kurucusu Peygamberin 4. dereceden dedesi Kusay b. Kilab’dır.
Kureyş onun sayesinde Mekke’ye yerleşmiştir. Süreç içerisinde Mekke’de Kureyş
merkezli çeşitli bloklaşmalar oluşmuştur.
Bunlar:
A)
→Kusay b. Kilab’ın oğullarından
→Abdüddaroğulları → 1-) Hilfü’l-Ahlaf
→Kusay
b. Kilab’ın oğullarından →Abdümenafoğulları→2-) Hilfü’l-Mutayyebun
Bu
bloklaşma İslam’ın doğuşuna kadar hatta sonraki dönmelerde de etkili olmuştur.
B) →Hilfü’l-Fudûl
hareketi: Haşim,Muttalib, Esed. Zühre ve Teym kabileleri (Hilfü’l-Mutayyebun
kabileleri) (Ahlaf grubu kabileleri katılmamıştır.)
C)
→Kusay b. Kilab →Abdümenaf →1-) Haşim→Abdülmuttalib→a)
Aliolğ→b) Absoğ
→2-) Abdüşems→Ümeyye (Şam’a sürgün) →Harb
Son grup tasnifindeki kabileler
İslam’ın yayılmasında ve sistemin yerleşmesinde, çeşitli bölünmelerin meydana
gelmesinde son derece belirleyici bir etkiye sahip olmuştur.
Asabiyetin tebliğe etkisi; Atalarının
dinine bağlı kalma düşüncesi, menfaat ve nüfuzlarının elden gitmesi gibi
sebeplerle Mekke ileri gelenlerinin Peygambere karşı çıkmalarına yol açtı.
Onların tebliğe karşı çıkmalarının en önemli sebeplerinden birinin yukarıda
açıklandığı üzere Kureyş içinde geçmişe dayanan kabile mücadelesidir.
Haşimoğullarından bir peygamberin çıkması aslında kabile asabiyeti olarak
Ümeyyeoğulları tarafından dirençle karşılanmıştır. Kureyş’in kendi içindeki bu
bölünmüşlük kendi içlerinden bir peygamber ile gelen İslam’a karşı en şiddetli
tepkiyi yine onlar tarafından ortaya konmaya sebep olmuştur. Bu kabile
asabiyetinin şiddetini ortaya koymaktadır. Haşimoğullarının tarihi rakipleri
her türlü imkânı kullanarak İslam’ın yayılmasını var güçleriyle engellemeye
çalışmışlardır.
Bunun yanında Haşimoğullarından
olup İslam’a girmemiş olmakla birlikte Hz. Peygamberin kabilesinden olması
hasebiyle onu diğer kabile mensuplarının eziyetine de teslim etmemişlerdir.
Zaman zaman himaye etmişlerdir. Hz. Hamza’nın Müslüman olması bir bakıma
yeğenine yapılan haksızlığa karşı gelişmiş bir asabiyet tezahürü olarak
algılanmıştır. Bu da asabiyetin olumlu yansıması olarak görülebilir.
İslamiyet, asabiyeti tasvip
etmemiştir. Peygamberimiz bu durumu sürekli yermiştir. Ümmet fikrini ortaya
çıkarmıştır. Kabileden ümmet ortaya koymuştur. İslam sayesinde Arap
Yarımadasında ilk defa Arap birliği sağlanmıştır. Peygamberimiz zamanında üzeri
küllenen asabiye duygusu ortaya çıktığı da olmuştur. Tamamen ortadan
kaldırılamamış ve Peygamberin vefatından sonra farklı zamanlarda farklı derecelerde
ortaya çıkmış, Emeviler döneminde zirve sayılacak bir düzeye ulaşmıştır.
Üçüncü Bölümde Dört Halife Döneninde Asabiyet
konusu işlenmiştir: Hz. Peygamberin vefatı ile asabiyenin ortaya çıktığı ve
Ensarı oluşturan Evs ve Hazreç kabilelerinin derhal Beni Sakife’de toplanarak
Muhacirlerden önce davranıp devlet başkanı seçmeye yeltenmesi ve oradaki
konuşulanların Evs ve Hazreçlilerin asabiyet duygularının kabarması olarak
okunmuştur. Muhacir grubundan olan Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir ve diğerlerinin de
olayı duyar duymaz Sakife toplantısına gidip olaya müdahale etmesi ve oradaki
konuşmaların Kureyş asabiyeti olarak okunmuştur. Tarihi rakipler olan Evs ve
Hazreçlilerden Evslilerin Kureyşten olan Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesine
razı olmaları Evz-Hazreç rekabeti olarak okunmuştur. Halife seçimi yapıldıktan
sonra da Hz. Ali’nin biatinin gecikmesini de Kureyş’in içindeki Haşimi
asabiyeti olarak okunmuştur. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in uygulamaları ve kabilelerinin
etkili olmamalarından kaynaklanan itirazların olmadığı belirtilmiştir. Buna
rağmen Hz. Ebu Bekir’in seçilmesi ile Haşimoğulları ile Ümeyyeoğullarının
sessiz bir bekleyiş içinde oldukları vurgulanmıştır.
İrtidat hareketlerinde de
kabile asabiyeti olduğu okunmuştur. Diğer kabilelerin Kureyş kabilesine boyun
eğmek istememeleri olarak siyasi bir hareket olarak okunmuştur. İrtidat
hareketlerin ilginç olan Ensar ile İslam dinini en son kabul eden Sakif
kabilesi ve Kureyş mensupları irtidat etmemiştir. Bu durum artık güç merkezinin
Kureyş’e geçmesi dolayısıyla Kuryeş asabiyeti olarak görülmektedir.
Ridde savaşları sonrası
başlayan fetih hareketleri bir anlamda kabile asabiyetini bir müddet
ötelemiştir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer hilafetleri döneminde tarafsız olmaları,
kendi kabile mensuplarına devlette görev vermeme ve kabileler arasında
dengeleri gözetmek, Haşimoğullarını devletten uzak tutmak gibi uygulamalarla
kabile asabiyetini engellemeye çalıştığı görülmektedir.
Hz. Osman’ın seçiminin de Emevi
– Haşimi rekabeti şeklinde cereyan ettiği şeklinde okunmuştur. Hz. Osman’ın
seçilir seçilmez önceki halife döneminde atanmış tüm valileri değiştirdiği,
sadece Şam valisi ve kendi kabiledaşı olan Ümeyyeli Muaviye’yi görevde
bırakması, diğer valiliklere de Ümeyyelileri ataması kabile asabiyeti olarak
değerlendirilmiş ve nitekim bu durum halifenin katline kadar gitmiştir. Nihayet
halife muhasara edildiğinde Medineliler olaya sessiz kalıp müdahil
olmamışlardır.
Hz. Ali olağanüstü şartlarda
seçilip göreve gelmiştir. Muhaliflerin Hz. Osman’ın katillerini talep etmesi ve
Cemel olayı hadiselerine bakılırsa ilk dönemde muhaliflerin kendi aralarında
bir kabile birliği olmayıp geçişgenlik olduğu görülmektedir. Bu bir anlamda
Haşimi- Emevi rekabetinin olmadığı izlenimini vermektedir. Ancak Hz. Ali’nin valileri
değiştirip yerlerine Ensar ve Abbasoğullarından atamalar yapması bir anlamda
mahrum kalınmış hakların telafisi niteliğinde de olsa asabiyet olarak
değerlendirilmiştir.
Hz. Ali döneminde Irak
bölgesinde özellikle de Kufe’de Yemen ağırlıklı kabilelerin bulunmasından
dolayı Hz. Osman dönemi uygulamaları nedeniyle Yemenlilerin Kureyşlilere karşı
husumeti azalarak devam etmiştir. Bu dönemlerden sonra asabiyet daha geniş
kabile federasyonları şekline dönüşmüştür. Bunlar; Kureyşli ve Kureyşli olmayan
Araplar, Rebia-Mudar, Mudar-Yemen, Kahtani-Adnani rekabetleri şeklinde tezahür
edecektir.
Hz. Ömer döneminde divan
teşkilinin de dolaylı olarak asabiyeye hayat vermiştir. Amaç asabiyeyi
canlandırmak olmasa da divanın kabileler bazında oluşum şekli sonuçta
asabiyenin yeniden hayat bulmasına sebep olmuş olarak değerlendirilmiştir.
Fetihlerle birlikte kurulan
yeni ordugâh şehirlerin düzeni yine kabile esaslı olduğu için asabiyeti
körüklemiştir.
Dördüncü Bölüm Emeviler
Döneminde Asabiyet konularını içermektedir;
Emeviler döneminde asabiye
duygusu artmıştır. Bunun da evlilik ve göçler gibi içtimai, siyasi ve iktisadi
sebepleri vardır. Yeni şehirlere kabile nizamı ile yerleştirilen göçerler
sebebiyle tutunmak amaçlı olsa gerek daha büyük soy ailesi asabiyeti öne
çıkmıştır.
Emevi dönemindeki asabiyeti;
1-) Emevi hanedanı Mervaniye ve Süfyaniye şeklindeki iç çekişmesi 2-)
Emevi-Haşimi mücadelesi 3-) Kureyşli–Kureyşli olmayan Araplar mücadelesi 4-)
Adnani-Kahtani mücadelesi 5-) Arap-Mevali mücadelesi şeklinde beş farklı
boyutta değerlendirmek mümkündür.
Emevi sultanlarından Muaviye,
Abdülmelik ve Hişam bir anlamda kabileler arası denge politikası izleyerek
idareyi güçlü hale getirmişleridir. Emeviler döneminde genel anlamda
Kaysi-Kelbi rekabeti ön plandadır. Merc-ı Rahıt savaşı Kaysi-Kelbi mücadelesini
kemikleştirmiştir. Bazı zamanlar bu rekabetten faydalanılmıştır. Rekabet
körüklenerek destekler edinilmiştir. Emevi sultanları bu dengeyi zaman zaman
koruyamadıkları için kargaşa çıkmış ve nihayet devletin yıkılmasına en önemli sebep
teşkil etmiştir.
Bazı sultanlar Kelbilere
bazıları da Kaysilere meylederek iktidarlarını sağlamaya çalışmışlardır. Örneğin;
Muaviye Kelb kasbilesinden Meysun ile evlilik yaparak Kelbi kabilesinin
desteğini almıştır. Son halife Mervan b. Muhammed ise Kaysilerin desteğini
almıştır.
HÜSEYİN PAÇA
0 yorum:
Yorum Gönder