7 Haziran 2017 Çarşamba

Kitap Değerlendirmesi: Erken Dönem İslam Tarihinde Asabiyet (Prof. Dr. Âdem APAK)

Hüseyin Paça
Yazar Önsöz kısmında; tarih yazımında takip edilen ‘rivayetçi’, ‘öğretici’ ve ‘araştırmacı’ metotları hatırlatarak kaleme almış olduğu eserini genel anlamda ‘öğretici’ ve ‘araştırmacı’ usullerini kullanarak hazırlamış olduğu anlaşılmaktadır. Rivayetçi metodla aktarılan haberleri tasnif ve tenkide tabi tutup eserin adı ile ilişkilendirerek işlemiştir.
Eserde; sade, akıcı ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Okuyucuyu sıkmadan sürükleyici bir üslup yakalanmıştır.
Asabiyet konusu ile ilgili yapılmış çalışmalardan bahsedilmiştir. Türkiye’de, Ahmet Ercüment Gedikli’nin İslam Asabiyye Milliyetçilik ve Murat Ergin’in doktora tezi olarak hazırlamış olduğu Siyasi ve İtikadi Mezheplerin Doğuşunda Kabile Asabiyetinin Rolü olmak üzere iki çalışmanın olduğu bilgisi verilmiştir. Arap dünyasında da benzer çalışmaların yapıldığı belirtilmiştir. Bu kitaplarda ve diğer İslam tarihi kaynaklarında asabiyeye atıflar yapılarak hadiselerdeki etkinliğinin vurgulandığı, Müslümanlar adına üzücü hadiselerde ortaya çıkan sıkıntı ve problemlerin kaynağı olduğu imalarının yapıldığı anlatılmıştır. Konu ile ilgili olarak ilk değerlendirmelerin İbn Haldun tarafından yapıldığı anlatılmıştır. İbn Haldun’un asabiyenin; devletin kurulması, dinin yayılması için birinci derecede gerekli olduğu tezini savunduğunu, onun yapmış olduğu değerlendirmelerin lokal bölgeler üzerinde yapılan gözlemlere dayalı olduğunu ve daha geniş bölge üzerinde değerlendirmeler yapabilmiş olması halinde farklı sonuçlara da ulaşacağı dikkate sunulmuştur.
Eserde, cahiliye döneminden Emeviler dönemi sonuna kadar geçen sürede meydana gelen hadiseler asabiye açısından değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Okuyucu zaman zaman ‘olumsuz her olayın altında mutlaka asabiye kavramı var’ düşüncesine kapılmakta ise de yazar bunu izale temek için hatırlatmalarda bulunmakta ve olayların tek sebebinin asabiye olmadığı sebeplerden bir tanesinin asabiye olabileceğini vurgulamaktadır.
Eser, giriş ve dört bölümden oluşmaktadır.
Giriş bölümünde kabile hayatına genel bir bakış altında kabile kavramı üzerinde durulmaktadır. Kabile terimi; ‘aynı atadan geldikleri kabul edilen ve aralarında nesep irtibatı bulunan insan toplulukları’ olarak tanımlanmıştır.
Arap topluluk yapısının derecelendirmeleri genelde; “cizm, cumhur, sa’b, kabile imare, batn, fahz, aşîre, fâsıla, raht” şeklinde 10’lu sistemle yapıldığı gibi bazı kaynakların: “taife, kabile, imare, batn, fahz, fasıla” şeklinde 6’lı bir derecelendirme yaptığı belirtilmiştir.
Eserde kabile asabiyeti denildiğinde, mutlak olarak kabilenim değil bütün topluluk derecelendirmelerinin asabiyeti kastedilmektedir. Karışıklığı aza indirmek için Mudar asabiyeti, Kelp asabiyeti gibi tamlamalı terimler kullanılmıştır.
Çöl hayatına en uygun düzenin kabile yaşantı tarzı olması hasebiyle Arapların bu düzeni asırlar boyu korudukları, İslam’ın başlangıç döneminde devlet yapılanmasının da kaile düzeninden esinlenerek oluşturulduğundan kabile düzenin uzun süre canlı kaldığı vurgulanmıştır.
Kabile adlandırılmasında genellikle Temim, Evs, Hazreç, Beni Haşim gibi ortak atanın ismi ile adlandırılmıştır. Bazen de; Hindef gibi anne adı, Bahile gibi dadı ismi, Tenuh gibi coğrafi mekân veya Gassan gibi su kaynağı adı ile de anılmışlardır.
Kabile Şeyhi; eşit özelliklere sahip kabile ileri gelenleri arbasından daha yaşlı olan kişi şeyh, reis gibi adlarla kabilenin başına geçer. Şeylik babadan oğula geçmekle birlikte mutlak bir kural değildir. Ferdi hüner ve kabiliyete bağlıdır. Şahsi meziyetler asıl tercih sebebidir.
Kabile şeyhinin asıl görevi emretmek değil kabileyi diğer kabilelere karşı temsil etmektir. Kabile adına savaş ilan eder, barış anlaşmalarını yapar, diyetleri öder, kabile adına elçilik yapar. Reisin yetkiden ziyade sorumlulukları daima ön plandadır.
Kabile hayatı bir sosyal düzendir. Bu sayede kabile bütünlük ve istikrarı korunmuş olmaktadır. Fert bütün haklarını kabile sebebiyle elde ettiği bilincindedir. Kabile mensubiyeti kişinin hayat garantisi anlamına gelir. Bu anlayış fertleri kabile kurallarını tereddütsüz kabul etmeye götürmektedir. Kabileye bağlılık o kadar ileri düzeye ulaşmıştır ki bazı zamanlarda ittifak halinde savaşa girildiğinde başka kabile komutanı altında savaş bile kabul edilmez olmuştur. Herkes kendi kabilesinden olan komutan altında savaş istemişlerdir.
Kabile üyeleri; ortak ataya dayanan bir topluluk olarak tanımlanmış olmakla birlikte bu safiyet zamanla değişmiş mevali ve köle sınıfının da katılması ile üç farklı tabaka halinde çeşitliliği içinde barındırmıştır. Bunların hakları da birbirinden farklıdır.  
Birinci Bölüm Asabiyet ve Tezahürleri başlığı altında konuları ele almıştır. Asabiyet kavramını genel olarak anlaşılır biçimde toplumun ‘birlik ve dayanışma ruhu’ şeklinde tanımlanabilir. Asabiyet ve ırkçılık kavramları değerlendirilmiştir. Asabiyet ve ırkçılıkta asıl çıkış noktası kan bağıdır. Bu yönüyle asabiyet ırkçılığın ilk basamağı ya da bir çeşidi olarak değerlendirilmiştir. Farklı olarak: Irkçılık bir ırkı üstün kabul edip o ırka mensup olanları bir araya getirip bütünleştirmeyi hedeflerken bunun aksine asabiyet aynı ırka mensup olanları kabile, cizm ve fasıla gibi daha küçük gruplara bölme, parçalama ve aralarında düşmanlık meydana getirmenin ön planda olduğu belirtilmiştir. Asabibiyet, şövenizm ve milliyetçilik ilintili kavramlardır.
Cahiliye dönemi ve İslam’ın başlangıcında Arapların asabiyet sınırını aşarak kavmiyet şuuruna erişemedikleri yani o dönemlerde kabileler halinde yaşadıkları için onlarda millet bilinci gelişmemiştir. Zira bu şuurun gelişmesi için başka milletlerle karşılaşma ve bir bütün halinde onlarla hesaplaşmaya girmeleri gerekmiştir. Arapların başka milletlerle bir bütün olarak karşılaştıklarında millet bilinçleri oluşmuştur. Bu Emeviler dönemine Arap-Mevali ilişkisi merkezinde görünürleşmeye başlar ve Abbasiler döneminde olgunlaşıp ‘Şuûbiye’ hareketi olarak ortaya çıkar.
Asabiyetin gücü; olumlu ve olumsuz olarak asabiyet Arabın ruhuna hâkim olan mutlak bir otoritedir. Toplumu birleştirdiği kadar parçalayan bölen bir güce sahiptir. Farklı kabilelere mensup dostları, karı kocayı ayırabilir. Bedevi Araplarında daha güçlü bir etkiye sahiptir. Arap şiirinde derin izleri görülür. Asabiyet genellikle baba cihetinden akrabalığın bir tezahürüdür. Ana tarafından asabiyet örneklerinin en barizi Emeviler döneminde görülür. Evlilik sonucu ortaya çıkan ana yoluyla asabiyet sebebiyle halifelerin bazıları Mudari, bazıları da Yemeni asabiyetten yana tavır almışlardır.
Asabiye, kabile üyelerine yazılı olmayan bir sözleşme gereği gibi ister zalim olsun ister mazlum olsun akrabalarına yardımlaşmayı zorunlu kılar. Suç ve cezada kolektiftik vardır. İntikamın alınması kabile üyelerinin ortak görevidir.
Asabiyetin temel dayanağı Ensab Cetvelleri; Arapların soylarına düşkün olduklarından dolayı ensab cetvelleri ortaya çıkmıştır. Nesep ilmi Hz. Adem’e kadar uzanan Arap soylarını ele almaktadır ve günümüze kadar gelmiştir. Her kabile için nesep cetvelleri düzenlemekte ve silsileyi soyun en üst ortak atasına kadar götürmektedir. Çok sayıda ensap kitabı yazılmıştır.
Ensab Cetvellerine göre Arap soyları: Arapların tamamının Nuh Peygamberin oğlu Sam’ın soyundan geldiğini kabul ederler.  Sami kavmi olarak adlandırılır. Sami ırkları; Aramiler, İbraniler ve Araplardır.
Araplar:    a) el-Arabu’l-Baide:   Ad, Semud, Medyen (soyu tükenmişler)
                 b) el-Arabu’l-Bakiye:  Soyu devam eden Araplar
                                                veya

           Araplar:    a) Arîbe:             Ad, Semud ve Medyen ( soyu tükenmişler)
                 b) Müteaaribe:   Arîbe’nin dilini kullanıp yurtlarında yaşayan Kahtanoğulları.
                             c) Müstarîbe:    Sonradan Araplaşan ve İsmailoğullarını içine alanlardır. İsmail (as) aslen Yemen’den gelip Mekke’yi yurt edinen Kahtani asıllı Cürhüm kabilesi resinin kızıyla evlenmiş ve soyu bu şekilde yayılmıştır. Onun neslinden gelenler önce İsmailoğulları, sonraları da Adnanoğulları olarak isimlendirilirler.
Bu sınıflandırmadan sonra soyu tükenmiş olanlar dışarıda bırakıldığında;

Araplar: a) Kahtaniler  (Güney Arapları)  
              b) Adnaniler   (Kuzey Arabistan Arapları) şeklinde iki ana soya ayrılırlar.

Cahiliye Arapları Kahtani ve Adnani isimlendirilmesini biliyorlardı ancak ayrıntılı bilgileri yoktu. Bu tasnifin Emevilerin başlangıç döneminde şekillendiği söylenilebilir.
Cahiliye Arapları çölde küçük kabileler şeklinde yaşadıkları için daha çok dar kapsamlı kabile asabiyeti vardır. Adnani-Kahtani şeklinde büyük kabile federasyonu asabiyeti dört halife ve Emeviler döneminde gelişmiş olduğu söylenebilir.
Eserde asabiyet konusunda anlatılan olaylarda referans alınmış sınıflandırma genel hatlarıyla aşağıdaki şekildedir;
            Araplar: A) Adnaniler: 1-) Mudar → a) İlye’s →  Kinane →Kureyş
                                                                        b)Kays-ı Aylan (Kaysiler)→Fehem, Süleym,        Hevazin, Sakif Gatafan, Gânî
                                                 2-) Rebia →  Zubey’a, Esed, Anze, Abdülkays, Bekr, Tağlib

                         B) Kahtaniler: 1-) Himyer→ Kudaa,  Kelp       
                                                 2-) Kehlan→ Eşa’rûn, Mezhic, Lahm, , Kinde, Ezd, Evs, Hazreç

            Ensab cetvellerinin sıhhatı konusundan farklı tartışmalar yapılmıştır. Ancak bu sistemin uygun olup olmadığı birinci derecede önemli değildir. Asabiyet konusunda aslolan, tarihi gerçeklere uygunluk değil, bu konuda tereddütsüz bir inanca sahip olmaktır.
            Asabiyenin tezahürleri; nesebe düşkünlük ve kabile övünmesi -ki bunları daha çok kabile şairleri dile getirir- şeklinde ortaya çıkar. Yine kan davaları ve intikam savaşları şeklinde kendini gösterir. İntikam almak aslında bir bakıma çölde yaşamanın da bir sigortası görevi görmesidir. Asabiyet bir anlamda ferde iftihar ve intikam gibi iki sorumluluk yüklemektedir.     
            İkinci Bölüm Hz. Peygamber Döneminde Asabiyet konularını ele almıştır.
            Mekke şehir devletinin kurucusu Peygamberin 4. dereceden dedesi Kusay b. Kilab’dır. Kureyş onun sayesinde Mekke’ye yerleşmiştir. Süreç içerisinde Mekke’de Kureyş merkezli çeşitli bloklaşmalar oluşmuştur.
Bunlar:
A)   →Kusay b. Kilab’ın oğullarından →Abdüddaroğulları  → 1-) Hilfü’l-Ahlaf
→Kusay b. Kilab’ın oğullarından →Abdümenafoğulları→2-) Hilfü’l-Mutayyebun
Bu bloklaşma İslam’ın doğuşuna kadar hatta sonraki dönmelerde de etkili olmuştur.

B)   →Hilfü’l-Fudûl hareketi: Haşim,Muttalib, Esed. Zühre ve Teym kabileleri (Hilfü’l-Mutayyebun kabileleri) (Ahlaf grubu kabileleri katılmamıştır.)


C)   →Kusay b. Kilab →Abdümenaf →1-) Haşim→Abdülmuttalib→a) Aliolğ→b) Absoğ
                                                           →2-) Abdüşems→Ümeyye (Şam’a sürgün) →Harb

Son grup tasnifindeki kabileler İslam’ın yayılmasında ve sistemin yerleşmesinde, çeşitli bölünmelerin meydana gelmesinde son derece belirleyici bir etkiye sahip olmuştur.
Asabiyetin tebliğe etkisi; Atalarının dinine bağlı kalma düşüncesi, menfaat ve nüfuzlarının elden gitmesi gibi sebeplerle Mekke ileri gelenlerinin Peygambere karşı çıkmalarına yol açtı. Onların tebliğe karşı çıkmalarının en önemli sebeplerinden birinin yukarıda açıklandığı üzere Kureyş içinde geçmişe dayanan kabile mücadelesidir. Haşimoğullarından bir peygamberin çıkması aslında kabile asabiyeti olarak Ümeyyeoğulları tarafından dirençle karşılanmıştır. Kureyş’in kendi içindeki bu bölünmüşlük kendi içlerinden bir peygamber ile gelen İslam’a karşı en şiddetli tepkiyi yine onlar tarafından ortaya konmaya sebep olmuştur. Bu kabile asabiyetinin şiddetini ortaya koymaktadır. Haşimoğullarının tarihi rakipleri her türlü imkânı kullanarak İslam’ın yayılmasını var güçleriyle engellemeye çalışmışlardır.
Bunun yanında Haşimoğullarından olup İslam’a girmemiş olmakla birlikte Hz. Peygamberin kabilesinden olması hasebiyle onu diğer kabile mensuplarının eziyetine de teslim etmemişlerdir. Zaman zaman himaye etmişlerdir. Hz. Hamza’nın Müslüman olması bir bakıma yeğenine yapılan haksızlığa karşı gelişmiş bir asabiyet tezahürü olarak algılanmıştır. Bu da asabiyetin olumlu yansıması olarak görülebilir.
İslamiyet, asabiyeti tasvip etmemiştir. Peygamberimiz bu durumu sürekli yermiştir. Ümmet fikrini ortaya çıkarmıştır. Kabileden ümmet ortaya koymuştur. İslam sayesinde Arap Yarımadasında ilk defa Arap birliği sağlanmıştır. Peygamberimiz zamanında üzeri küllenen asabiye duygusu ortaya çıktığı da olmuştur. Tamamen ortadan kaldırılamamış ve Peygamberin vefatından sonra farklı zamanlarda farklı derecelerde ortaya çıkmış, Emeviler döneminde zirve sayılacak bir düzeye ulaşmıştır.
       Üçüncü Bölümde Dört Halife Döneninde Asabiyet konusu işlenmiştir: Hz. Peygamberin vefatı ile asabiyenin ortaya çıktığı ve Ensarı oluşturan Evs ve Hazreç kabilelerinin derhal Beni Sakife’de toplanarak Muhacirlerden önce davranıp devlet başkanı seçmeye yeltenmesi ve oradaki konuşulanların Evs ve Hazreçlilerin asabiyet duygularının kabarması olarak okunmuştur. Muhacir grubundan olan Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir ve diğerlerinin de olayı duyar duymaz Sakife toplantısına gidip olaya müdahale etmesi ve oradaki konuşmaların Kureyş asabiyeti olarak okunmuştur. Tarihi rakipler olan Evs ve Hazreçlilerden Evslilerin Kureyşten olan Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesine razı olmaları Evz-Hazreç rekabeti olarak okunmuştur. Halife seçimi yapıldıktan sonra da Hz. Ali’nin biatinin gecikmesini de Kureyş’in içindeki Haşimi asabiyeti olarak okunmuştur. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in uygulamaları ve kabilelerinin etkili olmamalarından kaynaklanan itirazların olmadığı belirtilmiştir. Buna rağmen Hz. Ebu Bekir’in seçilmesi ile Haşimoğulları ile Ümeyyeoğullarının sessiz bir bekleyiş içinde oldukları vurgulanmıştır.
İrtidat hareketlerinde de kabile asabiyeti olduğu okunmuştur. Diğer kabilelerin Kureyş kabilesine boyun eğmek istememeleri olarak siyasi bir hareket olarak okunmuştur. İrtidat hareketlerin ilginç olan Ensar ile İslam dinini en son kabul eden Sakif kabilesi ve Kureyş mensupları irtidat etmemiştir. Bu durum artık güç merkezinin Kureyş’e geçmesi dolayısıyla Kuryeş asabiyeti olarak görülmektedir.
Ridde savaşları sonrası başlayan fetih hareketleri bir anlamda kabile asabiyetini bir müddet ötelemiştir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer hilafetleri döneminde tarafsız olmaları, kendi kabile mensuplarına devlette görev vermeme ve kabileler arasında dengeleri gözetmek, Haşimoğullarını devletten uzak tutmak gibi uygulamalarla kabile asabiyetini engellemeye çalıştığı görülmektedir.
Hz. Osman’ın seçiminin de Emevi – Haşimi rekabeti şeklinde cereyan ettiği şeklinde okunmuştur. Hz. Osman’ın seçilir seçilmez önceki halife döneminde atanmış tüm valileri değiştirdiği, sadece Şam valisi ve kendi kabiledaşı olan Ümeyyeli Muaviye’yi görevde bırakması, diğer valiliklere de Ümeyyelileri ataması kabile asabiyeti olarak değerlendirilmiş ve nitekim bu durum halifenin katline kadar gitmiştir. Nihayet halife muhasara edildiğinde Medineliler olaya sessiz kalıp müdahil olmamışlardır.
Hz. Ali olağanüstü şartlarda seçilip göreve gelmiştir. Muhaliflerin Hz. Osman’ın katillerini talep etmesi ve Cemel olayı hadiselerine bakılırsa ilk dönemde muhaliflerin kendi aralarında bir kabile birliği olmayıp geçişgenlik olduğu görülmektedir. Bu bir anlamda Haşimi- Emevi rekabetinin olmadığı izlenimini vermektedir. Ancak Hz. Ali’nin valileri değiştirip yerlerine Ensar ve Abbasoğullarından atamalar yapması bir anlamda mahrum kalınmış hakların telafisi niteliğinde de olsa asabiyet olarak değerlendirilmiştir.
Hz. Ali döneminde Irak bölgesinde özellikle de Kufe’de Yemen ağırlıklı kabilelerin bulunmasından dolayı Hz. Osman dönemi uygulamaları nedeniyle Yemenlilerin Kureyşlilere karşı husumeti azalarak devam etmiştir. Bu dönemlerden sonra asabiyet daha geniş kabile federasyonları şekline dönüşmüştür. Bunlar; Kureyşli ve Kureyşli olmayan Araplar, Rebia-Mudar, Mudar-Yemen, Kahtani-Adnani rekabetleri şeklinde tezahür edecektir.
Hz. Ömer döneminde divan teşkilinin de dolaylı olarak asabiyeye hayat vermiştir. Amaç asabiyeyi canlandırmak olmasa da divanın kabileler bazında oluşum şekli sonuçta asabiyenin yeniden hayat bulmasına sebep olmuş olarak değerlendirilmiştir.
Fetihlerle birlikte kurulan yeni ordugâh şehirlerin düzeni yine kabile esaslı olduğu için asabiyeti körüklemiştir.
Dördüncü Bölüm Emeviler Döneminde Asabiyet konularını içermektedir;
Emeviler döneminde asabiye duygusu artmıştır. Bunun da evlilik ve göçler gibi içtimai, siyasi ve iktisadi sebepleri vardır. Yeni şehirlere kabile nizamı ile yerleştirilen göçerler sebebiyle tutunmak amaçlı olsa gerek daha büyük soy ailesi asabiyeti öne çıkmıştır.
Emevi dönemindeki asabiyeti; 1-) Emevi hanedanı Mervaniye ve Süfyaniye şeklindeki iç çekişmesi 2-) Emevi-Haşimi mücadelesi 3-) Kureyşli–Kureyşli olmayan Araplar mücadelesi 4-) Adnani-Kahtani mücadelesi 5-) Arap-Mevali mücadelesi şeklinde beş farklı boyutta değerlendirmek mümkündür.
Emevi sultanlarından Muaviye, Abdülmelik ve Hişam bir anlamda kabileler arası denge politikası izleyerek idareyi güçlü hale getirmişleridir. Emeviler döneminde genel anlamda Kaysi-Kelbi rekabeti ön plandadır. Merc-ı Rahıt savaşı Kaysi-Kelbi mücadelesini kemikleştirmiştir. Bazı zamanlar bu rekabetten faydalanılmıştır. Rekabet körüklenerek destekler edinilmiştir. Emevi sultanları bu dengeyi zaman zaman koruyamadıkları için kargaşa çıkmış ve nihayet devletin yıkılmasına en önemli sebep teşkil etmiştir.
Bazı sultanlar Kelbilere bazıları da Kaysilere meylederek iktidarlarını sağlamaya çalışmışlardır. Örneğin; Muaviye Kelb kasbilesinden Meysun ile evlilik yaparak Kelbi kabilesinin desteğini almıştır. Son halife Mervan b. Muhammed ise Kaysilerin desteğini almıştır.
                                                                                                      



                                                                                                                  HÜSEYİN PAÇA

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar