Doç. Dr. Hüseyin Güneş
Harun er-Reşid döneminin vezir
ailesi Bermekiler, Cafer b. Yahya b. Halid b. Bermek, Yahya b. Halid ve ailenin
diğerleri üyeleri dünyada ender rastlanan siyasi bir güce sahiptiler. Çıkabilecekleri
makamların zirvesindeydiler ve işleri yolundaydı. Öyle ki onların dönemi için
insanlar “asla bitmeyecek huzur ve düğün günleri” diyordu.
Bir gün er-Reşid, veziri Cafer b.
Yahya’ya şöyle dedi:
- Ah Cafer! Yeryüzünde ne kendisiyle
hoş vakit geçireceğim ne de meyledeceğim kimse var; benim en çok tat aldığım ve
huzur bulduğum şey seni görmektir. Kız
kardeşim el-Abbase’nin yanımdaki konumu da bundan aşağı değildir. İkinizle olan
durumuma baktım; ne sensiz ne onsuz dayanamayacağımı anladım. Onunla birlikte
olduğum gün senin verdiğin haz ve mutluluğun eksikliğini görüyorum. Onsuz
seninle olduğum günkü vaziyetimde öyledir. Sayesinde etrafıma mutluluğun
toplanacağı ve onunla lezzet ve aşinalığın bende yoğunlaşacağı bir şey buldum.
- Allah sizi muvaffak kılsın sultanım!
Bütün işlerinizde sizi makul olan yönlendirsin!” dedi. Er-Reşid:
- Seni onunla evlendireceğim. Öyle
bir evlilik ki onunla oturma, ona bakma ve benim de sizlerle olduğum mecliste
onunla oturma hakkını verecek, bundan ötesini değil, dedi.
Er-Reşid, bu konuda Cafer’den gelen
çekincelerin ardından onu evlendirdi, hizmetçilerinden ve has kölelerinden
hazır olanları ona şahit tuttu. Er-Reşid, kızla yalnız kalmayacağına ve onunla
birlikte oturmayacağına, üçüncüleri Sultan er-Reşid olmadıkça aynı çatı altında
bulunmayacaklarına dair ondan Allah adına söz, misak ve büyük yeminler aldı. O
da buna rıza gösterdi ve bunun sorumluluğunu üstlendi.
Anlattığımız bu durum üzere bir
araya geliyorlardı. Cafer, kızdan gözlerini uzaklaştırıyor ve ciddi bir tavır
takınmaya çalışıyordu. er-Reşid’in onunla yaptığı anlaşma uyarınca ona verdiği
söz, yemin ve misaklara uyuyordu. El-Abbase ise ona gönül vermişti. Gizli gizli
ona mesaj gönderiyordu. Adam ise her seferinde kızın elçisini geri çeviriyor ve
onu azarlayıp tehdit ediyordu. Kız ümidini kesince onun annesine gitti. Kadın
basiretli biri değildi. Nefis mücevherlerden oluşan hediyeler ve iltifatlarla
ona yanaşmaya çalıştı. Sonunda onun kendisine boyun eğmede anne gibi, nasihat
ve şefkatte valide gibi olduğuna inanınca peşinde olduğu işin bir tarafını ona
açtı; bu işte kavuşacağı mutlu geleceği ve oğlunun sultana akraba olmasıyla
sahip olacağı gurur ve şerefi ona anlattı. Bu iş olduğunda kendisi ve oğlu için
nimetlerin zevali ve makamından düşmeye karşı bunun bir güvence olacağı
izlenimini verdi.
Cafer’in annesi ona olumlu cevap
verdi. Ona bu konuda bir hileyi devreye sokacağını ve ikisinin arasını
buluncaya kadar bunu gizlice yürüteceği sözünü verdi. Bir gün Cafer’e döndü ve
ona:
- Ey oğlum! Sultanların eğitiminden
geçmiş bir hizmetçi kızın sarayların birinde olduğu bana anlatıldı; çekici
güzellik, üstün kabiliyet ve benzeri görülmemiş güzel hasletlerin yanı sıra
edep, marifet, zarafet ve halavet sahibi. Onu senin için satın almaya karar
verdim ve onun sahibiyle aramızda iş bitmek üzere.
Cafer, onun söylediklerini
memnuniyetle karşıladı. Kalbi bu işe takıldı, nefsi kızı beklemeye ve kollamaya
başladı; öyle ki şevki arttı, şehveti kabardı. O bu konuda annesini istek ve
talepleriyle rahat bırakmıyordu. Kadın onun artık sabredemediğini ve ilgisinin
şiddetlendiğini anlayınca ona:
- Falan gece onu sana hediye
edeceğim, dedi. el-Abbase’ye de haber gönderip bu durumu ona bildirdi. Kız daha
önce hazırlanmadığı şekilde hazırlandı ve o gece kadının yanına gitti. Cafer de
o gece er-Reşid’in yanından ayrıldı. Yapmayı düşündüğü işten dolayı fazla şarap
kaçırmıştı. Evine girdi ve cariyeyi sordu. Onun yeri söylendi. Sarhoş vaziyette
kızın yanına girdi; ne onun yüzüne bakmış ne de onun vücuduna dikkat etmişti.
Kızın yanına kurulup onunla ilişkiye girdi. Onunla ihtiyacını giderince kız
ona:
- Sultanların kızlarının hilelerini
nasıl buldun? dedi.
- Hangi sultanların kızlarını kast
ediyorsun? Dedi. O, onun Rum kızlarından biri olduğunu düşünüyordu. Ona:
- Ben efendin el-Abbase bint
el-Mehdî, dedi. Adam yerinden fırladı; sarhoşluğu gitmiş ve aklı başına
gelmişti. Ardından annesine gidip:
- Beni ucuz bir fiyata sattın, beni
huysuz bineğe bindirdin, bak şimdi başıma nelerin geleceğine, dedi.
el-Abbase, ondan hamile kalmış
vaziyette ayrıldı. Sonra bir oğlan doğurdu. Hizmetçilerinden kendisine Reyyaş
denilen bir hizmetliyi ve Berre adındaki bir dadıyı onun için görevlendirdi.
Haberin ortaya çıkıp yayılmasından korkunca çocuğu, hizmetliyi ve dadıyı
Mekke’ye gönderdi ve ikisine onu yetiştirmelerini emretti.
Cafer’in iktidarı uzadı. O, babası
ve kardeşleri ülkenin işlerine hâkim oldular. er-Reşid’in eşi Ümmü Cafer
Zübeyde, er-Reşid’e karşı emsalleri arasında kimsenin onu geçemeyeceği bir
konuma sahipti. Yahya b. Halid, sürekli er-Reşid’in hareminin işlerini kontrol
ediyor ve hademelerin hizmetine kadınların müdahil olmasına mani oluyordu.
Zübeyde de er-Reşid’e bunu şikayette etti. O da Yahya b. Halid’e:
- Babacım Ümmü Cafer’in ne sıkıntısı
var seni şikayet ediyor, dedi.
- Sultanım, hareminiz ve sarayınızın
işleri konusunda benden şüpheniz mi var, dedi.
- Hayır vallahi, dedi.
- Onun sözüne itibar etme, dedi.
er-Reşid:
- Seni kıracak değilim, dedi.
Yahya, daha fazla kadına engel çıkardı
ve bu konuda ona karşı katı davrandı. Geceleri haremin kapılarının
kilitlenmesini emrediyor ve anahtarlarla evine gidiyordu. Bu durum Ümmü
Cafer’in sabrını taşırdı. Bir gün er-Reşid’in yanına girdi ve:
- Sultanım, Yahya’yı hizmetkarlarıma
ulaşmaktan beni sürekli engellemeye ve beni konumum dışına koymasına onu sevk
eden nedir? Dedi. er-Reşid ona:
- Yahya haremim konusunda nezdimde
şüphe edilecek birisi değildir, dedi.
- Eğer öyle ise oğlunu işlediği
suçlardan korumuştur, dedi.
- Neymiş onlar? Dedi. Bunun üzerine
ona olayı haber verdi ve el-Abbase’nin Cafer’le olan hikayesini anlattı.
- Senin buna dair bir delilin veya
şahidin var mı? Dedi.
- Hangi delil çocuktan daha
sağlamdır, dedi.
- Nerde çocuk? Dedi.
- Buradaydı, kız işinin ortaya
çıkmasından korkunca onu Mekke’ye gönderdi, dedi.
- Senden başka bunu bilen biri var
mı? Dedi.
- Senin sarayında bunu bilmeyen tek
cariye yok, dedi.
Er-Reşid, konuyu kapattı ve onu sır
olarak sakladı. Hacca gideceğini açıkladı. Ardından o ve Cafer b. Yahya yola çıktılar.
El-Abbase de hademe ve dadıya mektup yazıp çocuğu Yemen’e götürmelerini istedi.
Er-Reşid, Mekke’ye geçince kendisine güvendiği birisini çocuk, dadı ve hademe
işini soruşturmak ve araştırmakla görevlendirdi ve işin doğru olduğunu gördü.
Hacını tamamlayıp dönünce Bermekiler hakkındaki planını gizli tuttu. Bağdat’ta kısa
bir süre kaldı. Sonra el-Enbar’a çıktı. Cafer’i öldürmeye karar verdi. es-Sindî
b. Şahik’i çağırdı. Ona Medinetü’s-Selam’a gidip Bermeklerin evlerine,
katiplerinin, oğullarının ve akrabalarının evlerine vekalet etmesini, bu işi
gizli tutmasını ve Bağdat’ta ulaşıncaya kadar bu meseleyi kimseyle
konuşmamasını, sonra bu konuyu ailesinden ve yardımcılarından güvendiği
kişilere açmasını emretti. Es-Sendî bu emri kabul etti.
Er-Reşid, el-Enbar’da el-Umr olarak
bilinen yerde oturdu. Cafer de onun yanındaydı. İkisi günlerini en güzel
şekilde geçirdi. Cafer, onun yanından ayrılınca er-Reşid onu uğurlamak için
dışarı çıktı ve atına bininceye kadar bekledi. Sonra er-Reşid, geri döndü, bir
sandalyeye oturdu ve önünde bulunan şeylerin kaldırılmasını emretti. Cafer ise
mekanına gitti. Onda şarabın etkisi vardı. Şarkıcı Ebû Zekkar et-Tamburî ve
katibi Ebû Şeyh’i çağırdı. Perdeler çekildi. Cariyeleri müzik çalıp şarkı
söyleyerek perdenin arkasında oturdular. Ebû Zekkar ona şöyle şarkı söylüyordu:
Ne istiyor insanlar bizden;
Uyumuyor insanlar bize karşı.
Onların gayreti sadece;
Gömdüğümüzü dışarı çıkarmaktır.
Er-Reşid, o saatte Rahle olarak
bilinen hadimi Yasir’i emretti ve ona;
- Seni öyle bir işle
görevlendiriyorum ki ne Muhammed ne de Kasım onun ehli ve yetkilidir. Senin bu
işi tek başına yapabileceğine inanıyorum. Onun için düşüncemi gerçekleştir.
Emrime karşı gelmekten sakın. Yoksa bu, senin yanımdaki konumunun düşmesine ve
nezdimdeki durumunun bozulmasına sebep olur, dedi.
- Sultanım, eğer önünüzde kılıcı
karnıma sokup sırtımdan çıkarmamı emretseniz yaparım. Emrinizi buyurun, ben
vallahi koşarım, dedi.
- Cafer b. Yahya el-Bermekî’yi
tanımıyor musun? Dedi.
- Sultanım, ondan başkasını tanıyor
muyum ki? Cafer gibisi tanınmaz mı? Dedi.
- Çıkışı sırasında onu uğurladığımı
görmedin mi? Dedi.
- Evet, dedi.
- Bu saatte ona git ve onu hangi
halde bulursan başını bana getir, dedi. Bu söz Yasir’i sarstı ve onu bir
titreme tuttu, ne cevap vereceğini bilemeden durdu.
- Ey Yasir, bana itiraz etmeyi terk
etmeni sana önceden söylemedim mi?
- Evet Sultanm! Fakat bu iş ondan
daha mühim. Sultanın beni görevlendirdiği işi yapmaktansa daha önce ölmüş
olmayı isterdim, dedi.
- Bırak bunları, sana emrettiğim şey
için harekete geç, dedi. Yasir, ayrıldı. Sonunda Cafer’in yanına girdi. O
eğlence halindeydi. Ona:
- Sultan senin hakkında bana şunları
şunları emretti, dedi. Cafer:
- Sultan türlü şakalarla benimle
şakalaşıyor. Sanırım bu o cinstendir, dedi.
- Vallahi ben onu ciddi buldum,
dedi. Eğer durum dediğin gibiyse o zaman o sarhoştur, dedi.
- Hayır vallahi, aklından bir şey
kaybetmemiş ve gün boyunca gördüğüm ibadetinin yanında onun nebiz içtiğini
zannetmiyorum, dedi.
- Senin üzerinde öyle bir hakkım var
ki bu vakitten başka hiçbir vakitte onun karşılığını bulamazsın, dedi.
- Sultana muhalefet etmek dışında
beni ona koşar bulursun, dedi.
- Ona dön ve sana emrettiği şeyi
yerine getirdiğini ona bildir. Eğer pişman olarak sabahlarsa benim hayatım
senin elinle devam etmiş olur ve benim yanımda senin için sürekli nimet olur.
Yok eğer bu görüşün aynısıyla sabahlarsa yarın sana emredileni yerine
getirirsin, dedi.
- Bunun bir yolu yok, dedi.
- Seninle birlikte sultanın otağına
geleyim ve onun sözünü, seninle diyaloğunu işiteceğim yerde durayım. Sen özür
beyan ettiğinde benim başımı ona getirmenden başkasını kabul etmezse hemen
başımı alırsın, dedi.
- Bu ise çok güzel, dedi. Hep
birlikte er-Reşid’in otağına gittiler. Yasir onun yanına girdi ve:
- Onjun başını aldım ey sultanım.
İşte o avluda duruyor, dedi.
- Onu bana getir, yoksa ondan önce
seni öldürürüm, dedi. Dışarı çıktı ve ona:
- Konuşmayı duydun mu? Dedi.
- Senin görevin san emredileni
yapmaktır, dedi. Cafer yeninden küçük bir mendil çıkardı ve onunla gözlerini
bağladı. Boynunu uzattı, Yasir de başını vurdu ve onu er-Reşid’e götürdü. Başı
önünde görünce ona yöneldi ve onun suçlarını anlatmaya başladı. Sonra:
- Ey Yasir bana falan falanları
getir, dedi. Onları getirince onlara:
- Yasir’in boynunu vurun. Çünkü ben
Cafer’in katiline bakmaya tahammül edemiyorum, dedi.
Ünlü Tarihçi Mesudî’nin “Mürucu’z-Zeheb” adlı eserinde aktardığı
(3/309-313) bu hikaye işin magazin boyutundan ibaret olduğu muhakkaktır. Harun
er-Reşid’in Bermekî ailesini tasfiye etmesinin asıl nedeni sahip oldukları
siyasi ve ekonomik gücün Abbasi hanedanı için tehdit teşkil etmesidir. Konuyla
ilgili bir çalışma için bakınız: Mehmet Dalkılıç, “Bermekilerin Düşüşü”, Fırat Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010, cilt: XV, sayı: 1, s. 183-197.
0 yorum:
Yorum Gönder