İbn Rüşt
İbn
Rüşt, Murabıtların başarılı yıllarının sonlarında 520/1126’da Kurtuba’nın
Kadiu’l-Kudat’ı olan dedesinin ölümünden çok az önce Kurtuba’da doğdu. Kurtuba o tarihte Avrupa’nın en önemli kültür
şehriydi. 400 bin kitap kapasiteli bir kütüphane bulunuyordu. İbn Rüşt’ü
dedesinden ayırabilmek için “Hafid İbn Rüşt” denilmektedir. Künyesi Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Ahmed b. Ahmed b. İbn Rüşt’tür. İlköğrenimini babasından yaptı.
Entelektüel bir ailede yetişti. Endülüs’te adet olduğu üzere Muvatta’yı
ezberledi. Temel dini derslerden sonra tıp, matematik okudu. Filozof İbn
Bacce’den faydalandı.
Muvahhitler
(1147-1229)
Muvahhitler,
Murabıtlar gibi Kuzey Afrika’da ortaya çıktılar. Selefi düşüncelere sahip
görünüyorlar, Murabıtları kafir sayıyorlar, Muvatta’yı her şeyin ölçüsü olarak
addediyorlardı. Liderlerini mehdi ilan
etmişlerdi. Bu düşüncelerle yola çıkan Muvahhitlere karşı Murabıtlar, içinde
ücretli Hıristiyan askerlerin de olduğu ordu ile Kuzey Afrika’ya geçip
saldırdılar ve yenildiler. Muvahhitler, 1147’deki bu galibiyetten sonra
Murabıtlara muhalif bazı emirlere destek olmak üzere Endülüs’e geçtiler ve 80
yıllık hakimiyet sürecini başlattılar.
Zaten
Endülüs’te de Murabıtların gücü kalmamıştı. Bu sebeple ülke Muvahhitlere teslim
oldu. Muvahhitler, ülkedeki Murabıtları temizlerken, Hıristiyan saldırısına
uğradılar. Önce yenilseler de sonraki yıllarda galip geldiler ve Endülüs’e
hakim oldular. Kuzeyden sürekli gelen saldırılara karşı çetin savaşlar
verdiler. 1172 ve 1191’de önemli
galibiyetler aldılar. İlk savaşta karşı orduyu yöneten Kastilya Krallığı
himayesindeki bazı Müslüman emirler de bulunuyordu. 1195’teki savaşta ise
ordularında Kuzey Afrika’dan gelen ve ok kullanmakta mahir Türkler vardı. Bu
dönemde Papa’nın organize ettiği ordular, Kudüs üzerinde Müslümanlarla mücadele
içinde idiler. Son zaferden sonra ise
aldıkları mağlubiyetle birlikte papa İngiliz, Fransız, Alman, Portekizlerden
oluşan bir Haçlı ordusu hazırlattı ve Muvahhitleri mağlup ettikten sonra
reconquista hızlandı. Bu durum yaklaşık 30 yıl sürdü ve 1229’da Muvahhitler
yıkıldılar. Endülüs’te bu tarihten 10
yıl sonra kurulan Gırnata Emirliği ise (1238 -1492) 1492’ye kadar ağır vergiler
vermek suretiyle 250 yıl kadar yaşadı.
Bu durum da göstermektedir ki İbn Rüşt’ün çağı Endülüs’ün son müreffeh
dönemini yansıtmaktadır. İbn Rüşt’ün ömrünün sonlarına doğru bu durumun böyle
gitmeyeceği de gözükmektedir.
Muvahhitler,
akidede tevile, fıkıhta ise taklide yatkın olduklarından fikri hayat gelişti.
Muvahhitlerin hükümdarı Yusuf, felsefe ile ilgilenen biriydi. Şehzade iken Endülüs’ün ilmi ortamında
büyümüştü. Kitaba meraklı olduğundan kurduğu kütüphaneye kitap toplardı. İlmi
çok severdi, sarayı Memun’un sarayına benziyordu. Yanında o dönemin İbn Bacce’den
sonra en meşhur bilginlerinden “temiz ruh için dinin gerekli olmadığını” Hay b.
Yakzan adlı kitabında dile getiren İbn Tufeyl vardı. Hükümdar topladığı kitaplardan dolayı
Aristo’ya merak sarmıştı. Onun anlayamadığı bazı eserlerinin şerh edilmesini
istiyordu. Bu arada İbn Tufeyl, 1154’te 28 yaşında Merakeş’e gidip astronomik
gözlemler yapan İbn Rüşt’ü hükümdara
takdim edince hükümdar onun felsefi birikimini öğrenmek için bazı sorular
sordu. İbn Rüşt önce hükümdarın tepkisinden çekinerek görüşünü açıklamasa da
sonra düşüncelerini hükümdara açtı. Bu arada hükümdarın İbn Tufeyl’e teklif
ettiği Aristo’nun kitabının şerhini İbn Tufeyl, yaşlı olduğu için
yapamayacağını, bu işi İbn Rüşt’ün daha iyi yapabileceğini söyledi ve bu görev
İbn Rüşt’e verildi.
Bu
görev, İbn Rüşt’e felsefe tarihinin en büyük yorumcusu unvanını
kazandıracaktır. Onun İslam dünyasındaki lakabı Şârih, Batı’da ise Commentator’dur (yorumcu). İbn Rüşt, 1169’da İşbiliye (Sevilla) kadısı
oldu. İki yıl sonra 1171’de baba ve dedesi gibi Kurtuba kadısı oldu. Artık
Endülüs’ün en önemli mevkisinde oturuyordu. 1182’de sultan onu İbn Tufeyl’in
yerine özel doktorluk için Fas’a çağırdı. İbn Rüşt bu dönemde sultana
Kütübü’l-Cevami adlı kitabı çevirip takdim etti.
Bu
dönemde Endülüs’te Gazali’ye karşı yoğun bir tepki vardı. Sultan Gazali’nin kitaplarını
yasaklamıştı. Bu sebeple Gazali’nin
kitapları toplanıyor ve yakılıyordu. 1106 ve 1115’te iki kez toplatılıp
yakılmıştı. Gazali’yi eleştirecek ortam
mevcuttu. İbn Rüşt işte bu verimli ortamı değerlendirerek Gazali’ye karşı
meşhur Tehafut’ünü yazdı. Böyle bir ortam olmasa idi, muhtemelen bu eseri
ortaya koyamazdı.
İbn
Rüşt, 1195’te sultan ile Kurtuba’ya döndü. Hükümdar savaş için gelmişti. Bu
sırada yapılan bir sohbet sırasında halk arasında Ad kavmine gelen fırtına gibi
bir fırtına kopacağı söylentisinin yayılması üzerine halk mazgallar kazarak
saklanmaya başlamıştı. Bu sırada yapılan bir münazarada İbn Rüşt bunun ilmî bir
anlayış olmadığını söyledi. Buna karşılık Ad kavminin fırtına ile helak
oldukları hatırlatılınca İbn Rüşt “bunların hikaye olabileceğini, Ad kavminin
gerçek olup olmadığının bilinemeyeceğini nasıl helak olduklarının
bilinmediğini” söyledi. Bunun üzerine inkarcılıkla suçlandı ve şikayet üzerine
hükümdar tarafından Kurtuba’ya 73 km uzaktaki Lucena’ya sürüldü, ayrıca kitapları yakıldı. Bu dönemde Cuma namazı için şehre gelince
Kurtuba Ulu Camii’nden zorla çıkartılıp dövüldü ve kovuldu. Öğrencileri
kendisinden ayrıldı, şairler aleyhinde şiirler söyledi.
Avrupalıların
Aristo’nun eserlerinin en meşhur şarihi olduğu için övdükleri ve “Averroes”
diye isimlendirdikleri İbn Rüşt, 1198’de Merakeş’te öldü. Cenazesinde başka bir
ünlü bilgin olan İbn Arabi çocuk yaşında katılmıştı. İbn Rüşt’e daha sonra itibarı iade edildi.
İbn
Bacce ile başlayıp İbn Tufeyl ile devam edip İbn Rüşt’te zirveye çıkan Endülüs
felsefesi, Avrupa’yı çok etkiledi, en önemli öğrencisi olan Yahudi İbn Meymun
onun yolundan devam etti. Eserlerinin bugüne gelmesini Yahudi filozoflara
borçluyuz. Aristo’yu İbn Rüşt sayesinde tanıyan Avrupa ona çok önem verdi. Avrupa’daki onun ekolu, XVI. yy.a kadar
Averroes adıyla devam etti. St. Thomas gibi bilginler onun bazı fikirlerini
harfiyen aldılar.
O,
din ile aklın çatışmasında aklı tercih edip dini yorumlamak gerektiğini
belirtiyordu. Bu düşünce Avrupa’da çok cüretli ve çok ileri bir düşünce idi.
Avrupalılar çok sonraları bile buna cesaret edememişlerdi. Onun takipçisi Siger
gibi bilginler düalizme girerek hakikatin iki şekilde olabileceği şeklinde bir
orta yol bulmaya çalışmıştı. O, Grek
düşüncesi ile ilahi dinleri uzlaştırma arzusu ile din-felsefe uzlaşmasında
önceliği akla veren bir bilgindir. O, bu
bağlamda Cumhuriyet esasını ve liderlerin felsefeci ve bilgin olmasını, o zaman
devletin adalete dayanacağını anlatmıştır.
Sonuç
İbn
Rüşt’ün yaşadığı dönemde (1126-1198) Endülüs altın çağındaki ilmi birikimin
zirvede olduğu yılları yaşıyordu. İlmi birikimin bu kadar ileri olmasına karşın
siyasi durum açısından da karmaşık dönemler yaşanıyordu. Onun dönemi siyasi
çalkantılar yanında felsefi tartışmaların yoğun yaşandığı son parlak yıllar
olmuştur. Endülüs’teki meseleler,
içeride halledilemediği için Mağrib’deki devletlerden önce Murabıtlar sonra
Muvahhitlerin Endülüs’e müdahalesi gerekmişti.
İşte
bu hengâmede İbn Rüşt siyasi olaylar ve karışıklıklar arasında yaşadı ve eserlerini
verdi. Zaman zaman Mağrib’e geçip Merakeş’te bulundu. Dönemin ünlü bilgini İbn
Tufeyl tarafından zamanın hükümdarına takdim edildi. Ancak onun Kur’an’daki
ayetlere yaptığı bazı yorumlar, son dönemlerinde ona saraydan verilen desteğin
bitmesine sebep oldu. Böyle bir baskı ihtimaline karşı kendisinden önceki
filozof İbn Tufeyl düşüncelerini direk söyleyememiş ancak görüşlerini Hay b.
Yakzan adlı eserinde ifade etmeye çalışmıştı.
Bu
dönemde gerek Endülüs’teki siyasi karışıklıkların çoğalması gerekse de onun
felsefi yorumları yüzünden İbn Rüşt gibi dev bir filozof bu karışıklıkların
içerisinde mağdur oldu, dayak yedi, sefil günler geçirdi ve perişan bir halde
hayata veda etti. Onun eserlerini onu takip eden Yahudi filozoflara borçluyuz. Ona o kadar sahip çıkmışlardır ki, İbrani
dilinde Tevrat’tan sonraki en yaygın eserler İbn Rüşt’ün eserleri olmuştur.[1]
0 yorum:
Yorum Gönder