İnsanlar içinde sadece
peygamberler günah işlemekten korunmuşlardır.
Zira Cenâb-ı Hakk onları ısmet (günah işlememe) özelliği ile
yaratmıştır. Bu nedenle peygamberler
haricindeki bütün insanlar güzel fiillerde bulunmanın yanında günah işleme ve
hata yapma özelliğine sahiptirler. Yüce
dinimiz İslâm yasak olan fiilleri (günah) açıkça bildirmiş ve mü’minlere bu davranış ve alışkanlıklardan uzak
durmalarını emretmiştir. Kişi bu
emirlere uyduğu takdirde kendisini kurtaracak ve Allah’ın sevgili kulları
arasına girecektir. Ancak müslümanın
vazifesi sadece yasak fiillerden kaçınmakla bitmez. Onun bir diğer görevi de, Allah’ın haram
kıldığı amelleri işleyen kardeşlerini bu davranış ve alışkanlıklardan
vazgeçirmeye çalışmaktır. Biz buna
“Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” diyoruz ki Cenâb-ı Allah yüce
kitabında müslümanlara için bunun bir vazife olduğunu şu âyetlerle
bildirmektedir: “Siz, insanlar için
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.
İyilikle emreder, kötülükten nehyedersiniz”[1],
“İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin dostudurlar. İyilikle emrederler, kötülükten
sakındırırlar”[2]. Hz. Peygamber de bu hususu şu sözüyle ifade
eder: “Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle değiştirsin
(düzeltsin), eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse
kalben nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir”[3].
Her insan dünyada bir
gaye uğruna yaşar. Müslümanın gayesi de
cemiyeti İslâm ahlakı çerçevesinde yaşatmaya çalışmak, toplumun her türlü
meselesiyle ilgilenmek, bu konuda kendisini sorumlu ve vazifeli görmektir. Böyle olunca mümin sadece kendisini
kurtarmakla iktifa edemez, cemiyetin de kurtulması huzur ve sükuna kavuşması
için gayret sarfeder; doğru yapılanları destekler, yanlışlıkları ise usulü
dairesince ıslaha çalışır. Zira toplumu
tehdit eden felaketler eninde sonunda kendisini bu felaketten uzak tuttuğunu
sananlara da bir şekilde dokunacaktır. Gemi battığı zaman sadece geminin altını
oyanlar değil, bu iş ile ilgisi olmayanlar, yahut yapılanlara seyirci kalanlar
da helak olmakla karşı karşıya kalacaktır.
Hz. Peygamber bu hususu şu şekilde dile getirir:
“Benî İsrail arasında
bozgunculuk şöyle başladı. Onlardan biri
günah işleyen bir adama rastladığı zaman ‘Be adam Allah’tan kork, yapmakta
olduğun işi bırak; zira o işi sana helal değildir’ der. Ertesi günü yine o adama aynı halde
rastlar. Bununla beraber, o adamla yiyip
içmekten ve onunla düşüp kalkmaktan çekinmezdi.
Onlar böyle yapınca Allah onların kalplerini birbirine benzetti. Sonra, ‘İsrailoğulları içinde kâfir olanlar,
isyanları ve hududu aşmaları yüzünden, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle
lânetlendiler. Onlar yaptıkları
günahlardan birbirini men etmeye uğraşmazlardı’[4]
âyetini okudu. Arkasından şöyle
dedi. ‘Ya marufu emir ve münkerden
nehyeder, zalimi zulmetmekten men eder, onu hakka çevirir, hak üzerinde
durursunuz; yahut Allah kalplerinizi birbirine benzetir de sonra sizi de Benî
İsrail’i lânetlediği gibi lânetler’ ”[5].
İnsanlara iyiyi tavsiye
ve onları kötülüklerden alıkoyma noktasında örneğimiz Hz. Peygamber’dir. Onun kötülüklerden sakındırmadaki ilk
prensibi, hata yapan kişinin yüzüne vurmadan onun yanlışını düzeltme yoluna
gitmesidir. Allah Rasûlü bir kişide
gördüğü davranışı düzeltirken, o insanın şahsiyetini incitmemeye özen gösterir,
hatasını yüzüne vurmak ve onu teşhir ederek mahcup etmekten sakınırdı[6]. Böyle durumda ya umumi bir tarzda konuşarak:
“Bazıları neden böyle yapıyor?” diye uyarır veya hoşnutsuzluğunu gösteren bir
tavır sergilerdi[7].
Allah Rasûlü’nün bu
konudaki ikinci prensibi ise, muhatabını tatlı dille ve yumuşak sözle
uyarmasıdır. Hz. Peygamber muhataplarına
daima tatlı dil ile muamele etmiştir[8]. Zira emredici nitelikte ve küçük düşürücü bir
şekilde yapılan hatırlatmanın müsbet bir tesir icra etmesi bir yana, ters yönde
bir faaliyete meydan vermesi mümkündür.
Nitekim Cenâb-ı Allah’ın, peygamberleri olan Hz. Musa ile Hz. Harun’u
dine davet için Firavun’a gönderdiğinde onlara “Ona yumuşak sözle söyleyiniz,
belki hatırlar veya korkar”[9]
demesi muhataba karşı nasıl davranılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Yaşadığımız toplumda
tasvip etmemiz mümkün olmayan birçok davranışa şahit olduğumuz bir
gerçektir. Bizlere düşen evvelâ bu
davranışlardan kendimizi korumak, daha sonra da yanlış davranış ve alışkanlık
içinde olan insanları bu hallerinden vazgeçirmeğe çalışmaktır. Bu konuda da örnek modelimiz ve rehberimiz
tabii ki yine Hz. Peygamber’dir. Şâyet
bizler Allah Rasûlü’nün bu konudaki metod ve prensiplerine uygun olarak kötüler
ve kötülüklerle mücadele etme yolunda gayret gösterirsek, onun başardığı gibi
ideal bir toplum meydana getirme gayretlerimizde başarılı olabiliriz.
[1] Âl-i İmran, 3/104,110
[2] Tevbe, 9/71
[3] Buhârî, Tevhid, 37; Müslim, İman, 78; Ebû
Dâvûd, Salat, 242, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 11; İbn Mâce, İkame, 155,
Fiten, 20; Nesaî, İman, 17; Ahmed b. Hanbel, III, 10, 20, 39, 653, 654
[4] Mâide, 5/77
[5] Ebû Dâvûd, Melâhim, 17
[6] Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul
1986, II, 107
[7] Ebû Dâvûd, Edeb, 6
[8] bk. Ahmed b. Hanbel, V, 256
[9] Tâhâ, 20/44
0 yorum:
Yorum Gönder