27 Haziran 2017 Salı

Seyyid Bey’in Hilafetin Şerʻi Mahiyetine Dair Görüşleri

Firdevs Eskin
Giriş              
XVI. yüzyılda Suriye Mısır ve Hicazın Osmanlı idaresine girmesiyle, Osmanlı sultanı “Hadimü’l Haremeyn” unvanını kullanmaya başlamıştır. Sembolik olarak kullanılan bu unvan II. Abdülhamid döneminde faydacı bir politika unsuru olarak değerlendirilmiş ve siyasi olarak kullanılmıştır. Bu dönemde bağımsız, büyük Müslüman devleti olması ve başında sultan-halife unvanını taşıyan hükümdar bulundurması, Osmanlı Devletini Müslüman coğrafyaların hükümdarlarından gelen çeşitli taleplerle karşı karşıya bırakmıştır. Müslüman coğrafyalardan gelen varlıklarını devam ettirebilme ve İslami yaşam biçimlerini korumaya yönelik talepler Osmanlı Devleti’ni İslâm dünyasının merkezi ve hamisi kılarken Sultan Abdülhamid’e de Müslüman dünyanın birliğini tesis edecek bir misyon yüklemiştir.

Dinin toplum üzerindeki etkisinden faydalanan Sultan Abdülhamid Osmanlı Müslümanlarını birleştirici bir unsur olarak ve Avrupa emperyalizmine karşı mücadele edebilmek amacıyla hilafet makamını yapacağı düzenlemeler için meşruiyet zemini olarak kullanmıştır. 93 Harbi sonrası Osmanlı Devleti’nin beka sorunu yaşaması Hilafet tartışmalarının da ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Cumhuriyete geçiş sürecinde ise yapılan köklü değişimlerden hilafet kurumu da nasibini almış ve bu kurumun ilgasına yönelik alınan karar, meclis içinde ve dışında belli çevrelerde tartışmalara yol açmıştır. Konunun entelektüel çevrelerce siyasi, fikri ve fıkhi olarak tartışılması, yeni yönetimin dinle olan ilişkisi açısından sorgulanmasına da yol açmıştır. Bu noktada ortaya çıkan muhalefeti kırma ve yeni yönetime dini açıdan da meşruiyet kazandırma hususunda dönemin Adalet Bakanı olan Seyyid Bey’in önemli bir rolü olmuştur.
Seyyid Beyin Hilafet Hakkındaki Görüşleri
1873 yılında İzmir’de dünyaya gelen Mehmed Seyyid Bey, Medrese tahsilinin ardından Darulfunun Hukuk bölümünden mezun olur. Ardından aynı bölümde müderris olur ve fıkıh usulü dersleri verir. II. Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan mecliste iki dönem İzmir mebusu olarak yer alır. Cumhuriyetin ilanından sonra da İzmir mebusu olarak TBMM’nde görev alır ve Cumhuriyet Döneminin İlk kabinesinde ise Adliye Vekili olur. 
Seyyid Bey’in hilafetin kaldırılması tartışmaları devam ederken mecliste Adliye Vekili olarak sık sık alkışlarla kesilen konuşması, Hılafetin Mahiyet-i Şeriyyesi adıyla aynı yıl kitaplaştırılmıştır. Seyyid Bey’in Hilafetin kaldırılmasının şeriat açısından bir sakınca taşımadığını iddia ettiği bu konuşma meclisteki muhalefeti de önemli ölçüde kırmıştır. Hilafetin kaldırılmasının İslam tarihinde büyük bir inkılap olduğunu savunan Seyyid Bey, bunun bilinçli olarak gerçekleştirildiğini ve bu konudaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla meselenin dini yönünü izaha çalışacağını ifade eder.
Seyyid Bey mecliste yaptığı konuşmada, tarihi seyrine de yer verdiği hilafet kurumunun dini mahiyetini ele almış ve bu makamın kaldırılmasının gerekliliğini savunmuştur. Seyyid Bey’in hilafetin kaldırılması hususunda temel dayanak olarak sunduğu iki husus;
1.      Hilafetin dini değil dünyevi bir mesele olduğu
2.      Hilafetin İtikadi bir mesele olmayıp millete ait haklar ve kamu menfaatlarından olduğudur. Akaid kitaplarında hilafetin yer alması ise bu konu etrafında şekillenen tartışmalar ve oluşan hurafelerin reddine yönelik izahlar sebebiyledir.
Seyyid bey, hilafetin hükümet demek olduğunu, doğrudan millet işi olduğunu ve zamanın gerektirdiklerine tabi olduğunu savunur. Hz. Peygamberin (as) vefatı sırasında bu meseleyi açıklamadığını ve Hz. Ömer’in ise “bize Kitabullah kafidir” dediğini ifade eden Seyyid Bey, Kur’an’da ise hilafet kurumuna işaret eden hiçbir ayetin bulunmadığını ifade eder.
Kur’an-ı Kerim’de Hilafet Kavramı
Kur’an-ı Kerim’de memleket idaresi konusunda iki düsturun yer aldığını belirten Seyyid Bey, bunların birinin meşveret (şura) diğerinin ise ulu’l emre yani devlet başkanına itaat olduğunu vurgular.
“Hulasa meşveretle iş görmek ilahi takdire mazhar olan bir durumdur. Bugün medeniyet aleminin meşveret usulünü kabul ettiği gibi biz de -ona uyarak- karar alıyoruz… Kur’an’da zikredilen ikinci düstur da ulu’l emre (devlet başkanına) itaattır. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’a Peygamber’e ve içinizden emir (idare) sahibi olanlara itaat ediniz”, (Nisa 4/59) buyurulmaktadır. İşte bu ikinci düsturdur.”
Kur’an-ı Kerim’de halife ve imam tabirlerinin olduğunu belirten Seyyid Bey, bu tabirlerin Hz. Peygamber ve ardından gelen halifeler hakkında olmadığını önceki peygamberlerle ilgili olduğunu savunur. Sâd suresinin 26. Ayetinde geçen “Ey Davut biz seni yeryüzünde halife kıldık, öyleyse insanlar arasında hak ve adaletle hükmet” ayetine işaret ederek “adaletin hilafete terdif olunduğunu” yani hilafetten maksadın adaletin dağıtılması ve yaygınlaştırılması olduğunu ve halihazırda hükümetin de vazifesinin bu olduğunu vurgular. Bakara Suresi 124. ayetde “benim ahdim ve emanetim zulmedenlere ulaşmaz” buyurulduğunu dolayısıyla saltanatın meşruiyetinin adalet olduğunu beyan eder.
Halife ve imam tabiri arasındaki farka dikkat çeken Seyyid Bey, bu ikisi arasında genel ve özel ayrımın olduğunu ifade eder. Halife daha hususi imam ise umumi bir tabirdir. Bu noktada her halifenin imam ancak her imamın halife olmadığını belirtir. Yine bunun içindir ki İslami eserlerde bu konu “imamet” olarak ele alınmıştır. “emiru’l-müminin” tabiri için ise mevzu ile alakası olmadığını zira emir kelimesinin amir demek olduğunu ve her hükümdar için kullanılacağını iddia eder.
Halifenin Tayini
Halife millet üzerinde “Velayet-i amme” sahibidir. Ancak bu velayet-i gayr-ı zatiye cinsindendir. Hilafetin tayini konusuna gelince; bu konunun ne Kur’an-ı Kerimde ne de günlük yaşama dair birçok detayın dahi yer aldığı hadislerde açıklığa kavuşturulmadığına dikkati çeken Seyyid Bey, bunu hilafetin dini bir mesele olmayışına dayanak olarak sunuyor ve Hz. Peygamber’in bunu ümmete bıraktığını ifade ediyor. Hz. Peygamber’e isnad edilen mevcut hadislere değinerek (“imamlar Kurayşten olur”, “aynı zamanda iki halifeye biat edildiği zaman, diğerini, yani ikincisini –kim olursa olsun- öldürünüz.”) bunların halifenin nasp ve tayin şeklini, hilafetin şartlarıyla ilgili meseleleri çözmekte yetersiz olduğunu da dile getirmektedir.
Seyyid Bey’in bu noktada vurguladığı husus hilafetin zamana ve örfe göre değişeceği bu nedenle ümmete bırakıldığıdır. Zira Hz. Peygamber (as) vefatı sırasında halife tayin ve nasp etmediği gibi bu hususta herhangi bir tavsiyede de bulunmamıştır. Şiilerin Hz. Ali hakkında, bazı Ehl-i sünnet mensuplarının da Hz. Ebubekir hakkında öne sürdükleri şer’i nasların, Ehl-i sünnetin ekserisince doğru kabul edilmediğini vurgular. Nitekim eğer mevcut olsaydı bu ashab tarafından uygulanacak ve ihtilafa düşülmemiş olacaktı.
Konuşmasının devamında dört halifenin seçimi sürecini de ele alan Seyyid Bey, ardından Hz. Peygamberin (as) Tirmizide geçen “Benden sonra hilafet otuz senedir, ondan sonra ısırıcı saltanata dönüşür.” hadisine atıf yaparak buradaki ısırıcı saltanat ifadesinden kastın zalim idare olduğunu belirtir. Dört halifeden sonra hilafetin saltanata dönüştüğünün tarihi gerçeklerle sabit olduğunu iddia eder.
Buraya kadar verdiği izaha dayanarak “Demek oluyor ki ne Kur’an-ı Kerim’de, ne hadislerde, ne de sahabilerin sözlerinde hilafet meselesi hakkında bizim aradığımız, öğrenmek istediğimiz meseleleri bize anlatacak açık ve kesin şekilde izah edecek bir şey yoktur” diyen Seyyid Bey, konuşmasının devamında İslam alimlerinin konuyla ilgili düşüncelerini tetkik eder.
Ehl-i Sünnet Mezheplerinin Hilafet Telakkileri
Ehli sünnetin dört mezhepten oluştuğunu ve bu dört mezhepten Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerinin; Halifenin müctehid derecesinde alim olması, adaletle hükmetmesi ve Kureyş Kabilesinden olması konusunda müttefik olduklarını ifade eden Seyyid Bey, Hanefi mezhebinin ise daha esnek olduğunu, halifenin alim olmasını kafi gördüklerini beyan eder. Ehl-i Sünnet alimlerinin hilafeti ikiye ayırdıklarını ifade eden Seyyid Bey, birine gerçek hilafet diğerine görünürde hilafet denildiğini belirtir. Hilafet için gerekli şartları haiz olan ve milletin biatıyla gerçekleşen hilafetin gerçek olduğunu, bununda sadece dört halife tarafından sağlandığını savunur.
Hilafetin Şartları
Gerçek hilafetin şartlarının on tane olduğunu belirten Seyyid Bey, bunları şöyle sıralar: Müslüman olmak, hür olmak, aklı başında ve büluğ çağına ermiş olmak, erkek olmak, bedenen ve zihnen sıhhatli olmak, memleketin işlerini, milletin maslahatlarını yürütme ve korumada tedbir ve güzel bir siyaset sahibi olmak, halk üzerinde nüfuz ve idare gücüne sahip olmak, tam manasıyla adil olmak, Kureyş kabilesinden olmak. Bunlara ek olarak ilim sahibi olmayı da ekler ve sıradan bir alim olmasının yeterli olmadığını, dini meselelerde ictihad edebilmesi gerektiğini belirtir.
Bu şartları haiz olmayan hilafetin şeklen olduğunu meliklik ve sultanlıktan ibaret olduğunu öne sürer. Konuşmasının devamında ise Emevi ve Abbasi halifelerinin saltanatları süresince yaptıkları zulümlerin tarihi hakikatler olduğunu aynı şekilde Osmanlı halifelerinin de saltanat uğruna nice masum şehzade kanı döktüklerini aktaran Seyyid Bey, böyle bir zulüm ve halka galebe çalmaya hilafet denilemeyeceği iddia eder.
Raşit halifeler döneminde adaletin sağlandığını ve devlet malına hassasiyet gösterildiğini çeşitli örneklerle anlatan Seyyid Bey konuşmasının devamında hükümete meşruiyet kazandırma çabasıyla konunun siyasi yönlerine de değinir:
“İşte gerçek hilafet böyle olur, halife diye de böyle zatlara denir. Zamanımızda böyle halife bulmak mümkün müdür? Sözlerimin başında da söylemiştim ki şeriat gözünde hilafetten maksat hükümettir, adil bir hükümet kurmaktır.  Kur’an da hükümet işinde idare usulü olmak üzere bize danışmayı tavsiye ediyor. Bizim de bugün mümkün olduğu kadar kurmak istediğimiz idare usulü meşverettir. Hükümeti danışma temeli üzerine kurmak istiyoruz ve hatta kurduk da. Bu idare usulü ilahi takdir kazandığı halde daha ne istiyoruz? Başımızda heyula gibi bir halife bulundurmanın ne anlamı vardır.”
Halife Tayininin Vacip Oluşu
Halife tayininin vacip olduğu hususunda icma-yı ümmet vardır diyen Seyyid Bey bu sorunun nasıl çözümleneceğine de değinir. Halife tayini şartlarını izah eden Seyyid Bey, bu şartları haiz bir şahıs bulunmadığı müddetçe, halifenin tayin edilmesinin vacibiyetinin ortadan kalkacağını iddia eder. Bu meselede dayanak olarak Şafii alimlerinden Allame Adudiddin’in görüşünü alan Seyyid Bey, onun İslam alimlerince hüccet gibi tutulan Mevakıf eserinde “İmametin şartlarını kendinde toplayan bir kişi bulunmadığı müddetçe Müslümanlar üzerinde bir imam tayin etmek vacip olmaz” görüşünün yer aldığını belirtir.
Bu görüşten hareketle hükümet kurmanın gereksiz olduğu hükmünün çıkmayacağını ekleyen Seyyid Bey, Allame Adudiddin’in “halifelik şartlarını taşıyan bir imam tayin etmek imkansız olduğu zaman yine hükümet kurmak vacip olur. Fakat artık ona hilafet, hükümet başkanına da halife manasına imam denmez ve bundan dolayı İslam milleti günahkar olmaz” şeklinde görüş beyan ettiğini bildirir.
Hilafetin Hükümet demek olduğunu ısrarla vurgulayan Seyyid bey, Milletin müvekkil halifenin de vekil olduğunu ve bu durumda vekalet kurallarının geçerli olduğunu beyan eder. Zira hilafet şeri mahiyeti itibariyle hükümet demektir. Hz. Peygamber’in bir yandan şeri hükümler koyduğunu diğer yandan da etrafa kadı, kumandan, vali tayin ettiğini belirtir ve bu hallerin hükümet yapmak olduğunu iddia eder.
Seyyid Bey hilafetin kaldırılmasının siyasi açıdan da bir sıkıntı meydana getirmeyeceğini ve İslam aleminde mevcut duruma bir etkisinin olmayacağını savunur. Bu kurumun işlevinin olmadığına İstanbul’da çıkarılan cihad fetvasına İslam aleminden ses gelmeyişini örnek gösterir.

SONUÇ
Cumhuriyete geçiş sürecinde yeni yönetim biçimine ve oluşturulan yeni kurumlara meşruiyet sağlama noktasında gelenekten ve dinden dayanak arama maksadıyla Osmanlı entelektüellerinin yoğun mesai harcadığı, o dönemde kaleme alınan risalelerden anlaşılmaktadır. hilafetin şer’i mahiyetine yönelik Seyyid Bey’in yaptığı etkili hitabın, bu kurumun kaldırılması ile ilgili olarak siyasi ve dini endişe taşıyan çevrelerce büyük ölçüde ikna edici olduğu anlaşılmaktadır.
Seyyid Bey konuşmasında hilafet kurumunun esaslarının Kur’an’da  mevcut olmadığını, hadislerde de buna yer verilmediğini belirtirken bu kurumu itibarsızlaştırdığı gibi ardından Emevi ve Abbasi halifelerinin kan dökücülüğüne, zalimliklerine dair tarihten seçtiği örneklere yer vererek bunu pekiştirmektedir. Seyyid Bey’in gerçek ve şekli olarak ayrıştırdığı hilafet tanımına göre gerçek hilafet Raşit halifelere mahsustur. Şekli hilafet ise Raşid halifelerden sonra gelen hilafettir ki kahreden sultanlıktan ibarettir ve dinen gayet kötülenmiştir. Konuşmasını ehli sünnet alimlerinin görüşlerine dayandıran Seyyid Bey, İmam-ı Azam hazretlerinin Hem Emevi ve hem de Abbasi Devleti zamanında yaşadığını, ikisinin de hilafetini kabul etmediğini ifade ediyor.
Seyyid Beyin konuşmasının ağırlık noktasını hilafet ve saltanattan maksadın hükümet olduğu görüşü oluşturur. Zira halifeliğin şartlarını taşıyan birinin bulunmaması durumunda halifenin tayin edilmesi gerekliliğinin ortadan kalkmaktadır. Halifenin yetki ve sorumluluklarını velayet kavramı çerçevesinde değerlendiren Seyyid Bey hükümete de aynı kavramlar çerçevesinde meşruiyet sağlar. 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar