25 Haziran 2017 Pazar

İslam Tarihi Metinlerinin Karşılaştırmalı İncelemesi


Firdevs Eskin
Giriş
İrfan Aycan ve Mahfuz Söylemez’in ortak çalışması olan İdeolojik Tarih Okumaları adlı eser, tarih okumaları yapan ilgililer için eleştirel ufuk sağlamasının yanı sıra tarih sahasında iştigal edecek olanlar için de yol gösterici bir paradigma ve metod kazandırmayı hedefleyen bir içeriğe sahip.

Eserde sosyal bir varlık olan insanın, kendi çağının koşullarını taşıdığı vurgulanarak, bu koşullar altında meydana getirilen tarihî metinlerden, tarihî bilgiyi edinirken nasıl bir kritiğe tabi tutmamız gerektiği konusunda öğretici bir yaklaşım sergilenmiştir. Tarihçiyi etkileyen siyasi görüş, din, mezhep, döneminin siyasi ve sosyolojik koşulları, eğitim formasyonu gibi hususların, tarihçinin eserlerine olan yansımalarına dikkat çeken yazarlar, tarihi metinleri ele alırken bu hususların bilinmesinin bu yazarlardan edinilecek verilere karşı hareket kabiliyeti kazandıracağı görüşündedirler. Bu kabiliyetin edinilmesi tarih yazarını gerçeğe en yakın resmi ortaya koymaya muktedir kılacaktır. 
İslam tarih yazıcılığının da yoğun şekilde maruz kaldığı görülen ideolojik yaklaşımları çeşitli yönleriyle ortaya koyan yazarlar, bu yorum farklılıkların On dört asırlık İslam bilim-kültür mirasına olan tesirine karşı okuyucuları uyarmaktadırlar. Temiz bir geçmiş inşa etme gayretinin İslam tarih yazıcılığında gerçekliğe gölge düşüren en önemli amillerden biri olduğunu ortaya koyan yazarlar, İslam tarih ekollerinin oluşmasında ise coğrafyadan ziyade düşünce ve mezhep faktörlerinin ön planda olduğu savunuyorlar. Yazarlar, bu saptamaların göz önünde bulundurulmasının geçmişe dönük çalışma yapacak araştırmacılara doğru bir perspektif kazandıracağı ve objektifliğe katkı sağlayacağı görüşündedirler.
Muhteva bakımından özgün bir kimliğe sahip olan bu eseri çeşitli başlıklar altında ele almaya çalışacağız.


Eserin Ana Hatları
Kitap, Emevi tarihine dair eser neşretmiş olan farklı mezhep ve görüşe sahip dört müellifi merkeze alarak inceleyen beş ayrı makalenin bir araya getirilmesinden oluşturulmuş. Makalelerde, ele alınan metinlerin içeriklerine yansıyan unsurların izleri sürülüyor. İncelenen metinler ışığında anakronik hatalar, bilginin tahrif edilmesi veya bilerek görmezden gelinmesi vb. gibi ideolojik sebeplere dayalı kurguların nedenleri ve bu hususların tarih yazımına olan tesiri ortaya konmaya çalışılmış.
Bu beş makalenin yanında tarih yazımı açısından son derece kayda değer bir içerik ve bakış açısına sahip “Giriş” bölümü de kitabın en önemli parçalarından birini oluşturuyor. Bu bölümde tarih ilmi ve tarihçilik üzerinde durulmuş, tarihin farklı kullanım alanlarına değinilmiş. Tarihin bu kullanım alanları, kitapta geçen metinler üzerinde yapılan değerlendirmeler için de rehberlik etmektedir. Okuyucuya bu kısımda kazandırılan bilinç, içerikte değerlendirmeye tabi tutulan beş farklı metnin daha iyi anlaşılmasını sağlamakta ve aynı zamanda okuyucunun da benzer kritikleri yapabilmesine imkan tanımaktadır.
Yukarıda bahsettiğimiz hususlar çerçevesinde eserde ele alınan metinlerden hemen önce tarihçinin hayatı, döneminin siyaseti, yaşadığı coğrafya, tabi olduğu din ve mezhebi gibi bilgilere yer verilmiş, ayrıca söz konusu mezheplerin tarihî arka planına dair de doyurucu bilgi sunulmuştur. Bu veriler ışığında incelenen metinlerdeki yargılar (yanılgılar), tahrifler ve eksiklikler ortaya konmuştur.
Tarihin, iktidarların meşruiyet aracı olarak kullanılması, temiz bir geçmiş sunmak, geleceğe yön vermek gibi gayelerle nasıl gerçeklikten uzaklaştırılabileceğine değinen yazarlar, ele aldıkları örnek metinlerle de bunu ortaya koymaktadırlar. İslam tarihi yazıcılığında temiz bir gelecek sunma kaygısının ne denli belirleyici olduğunu Taberi ve İbnu’l Esir’in “Hz. Osman ve Ebu Zer ile ilgili rivayetleri hoş görmediğimiz için kitabımıza almadık” şeklindeki ifadeleriyle örneklendiren yazarlar, Müslümanların zihinlerindeki sahabe imajının sarsılmaması için, bu iki şahsın birbirlerine karşı kullandıkları ifadelerin Taberi ve İbnu’l Esir gibi değerli tarihçiler tarafından gizlendiğine dikkati çekmektedirler.
Tarihçinin tarafsızlığının imkanını sorgulayan yazarlar, tarihsel tecrübenin bunun önündeki en büyük engel olduğunu ve dolayısıyla aynı veriden hareketle birbirinden çok farklı inşaların gerçekleştirilmesinin mümkün olduğunu savunmaktadırlar.
Biz de eserin formatına uygun olarak eseri beş ayrı başlıkta incelemeye tabi tutacağız.
1.      Cahız ve Emevi Tarihine Mutezilî Bir Yaklaşım

Bu bölümde Câhız’ın risalesi çerçevesinde, itikadî mezheplerin geçmişe dönük bakış açısına ışık tutulmuş ve İslam tarihi yazımında mezhepsel bakış açısının ne denli belirleyici olduğu ortaya konmuştur. Öncelikli olarak söz konusu eserin yazıldığı dönem ve devrin siyasi otoritesinin mezhepsel temayülüne yer verilmiş ve eserin bu otoriteye sunulmak üzere yazıldığı dikkate sunulmuş. Risalede, Emevilere karşı kullanılan sert üslubun nedenlerinden olarak Câhız’ın itikadı ve devrin siyasi görüşü çerçevesindeki tutumu kritik edilmiştir. Ayrıca yazarın hayatına da yer verilmiş ve ilmi birikimini kazandığı meclislerden söz edilmiştir.
            Câhız’ın ilmini artırmak için katıldığı meclislerin yazara olan etkisine değinen yazarlar, “Muhtemelen Câhız’ın Basra camiindeki ilmi meclislere katıldığı zamanlarda, toplumda ya da aydınlar arasında Mutezilî düşünceye sempati vardı. Müntesiplerin Basra büyük camiinde sürekli toplanabilmeleri bu konuya işaret edebilir.” (s. 25. ) diyerek yazarın ilim tahsil ettiği mekanın ve çevrenin ona ve oluşturduğu metne olan tesirini vurgulamaktadırlar.
            Cahız’ın yıldızının Mutasım ve Vasık dönemlerinde parladığını belirten yazarlar, bunun nedeninin ise o dönem mutezili düşüncenin Abbasi devletinin resmi din anlayışı halinde olmasına bağlamışlardır. Cahız’ın siyasetle ilişkisine dikkat çekilen bu bölümde, Onun devrin idarecileri tarafından itibar gördüğü ve iktidarın ona sağladığı imkanların kaleme aldığı metinlere olan etkisine dikkat çekilmiş. Döneminin siyasileriyle iyi ilişkiler kurduğu ifade edilen Cahızın, iktidarın siyasi temayülüne paralel hareket ettiği metnindeki ifadelerden anlaşılmaktadır. Câhız’ın taraflı yaklaşımının, kendisinin iktidar ile kurduğu ilişkisinin sonucu oluşu ve gerçekçi tenkitler yapmasına engel olduğu şu satırlardan anlaşılmaktadır:
“…Acaba Câhız, geçmişle ilgili bu tavrını ve Emevi idarecileriyle ilgili koyduğu ölçüleri kendi dönemindeki yöneticiler için de uygulamış mıdır? Risaleden de anlaşılacağı üzere Câhız’da bu tavır söz konusu değildir. Muasırı olduğu Abbasi halifelerinin eğlence hayatlarını et-Tâc fi Ahlaki’l Mulûk  adlı eserinde anlatırken, onlar için Emevilere yönelttiği tenkit ve suçlamalara benzer tavır sergilememektedir.  ( s. 33 ).
Burada tenkit yaparken, yazarın varsa yayınlamış olduğu diğer eserlerinin de dikkate alınması gerekliliğinin tutarlılık açısından önemine işaret edilmiş. Risalede, ideolojik tarihin ve tarihi meşruiyet aracı olarak kullanmanın gerçek bilgiye ulaşmada ne denli tahrip edici bir etkisi olduğu açıkça görülmektedir.
2. Emevilere Hâricî Bir Yaklaşım
                        -İbn Sellâm El-İbadî Örneği -
            Bu bölümde İbn Sellâm’ın Kitabun fihi Bed’ul- İslam ve Şerâiu’d-Din eseri, Emevi tarihini içeren harici bir okuma biçimiyle değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Bu eserin günümüze kadar gelen en eski Harici kaynaklardan birisi olması hasebiyle önemi haiz olduğu vurgulanmıştır. Daha sonrasında Hariciliğin doğuşu ve Hz. Ali ve Emeviler döneminde Haricilere karşı yürütülen siyaset hakkında bilgi verilmiştir. Başta verilen bu bilgiler, tercümesi sunulan eserin okuyucular tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu kısa ve doyurucu tarihi bilgilerin ardından İbn Sellâm’ın hayatına yer verilmiştir.
            Rüstemî Devleti’nin kuruluşu ve İbadilerin görüşleri hakkında geniş ve eserin anlaşılmasını sağlayan bilgiler sunulmuş, İbn Sellâm El-İbadî’nin bazı sahabe ve Emeviler hakkındaki görüşlerine yer verilmiştir. İbn Sellâm’ın yaşadığı ve eserinde ele aldığı dönem hakkında okuyucu yeterince bilgi sahibi kılınmış ve ardından metin değerlendirilmiştir.
            İbn Sellâm eserinde olayları ve şahısları ele alırken Hariciliğin esaslarına göre değerlendirmektedir. Zira İbadiler Hz. Ebubekirin ve Ömerin hilafetini tamamen Hz. Osmanın hilafetinin ilk altı yılını Hz. Alinin ise tahkime kadar olan kısmını adil ve meşru saymaktadırlar. Emevi halifelerinin ise fâcir oldukları olduklarını söylerler. Nitekim İbn Sellamın metni de bu anlayış üzere oluşturulmuş ve şahıslar bu ön kabullere göre değerlendirilmiştir. (s. 84-85 ) Ön kabullerin ve dini-siyasi inançlarının tesirinde kalan İbn Sellâmın tarihi gelişmeleri aktarırken tek bir noktadan baktığı metnin bütününde ortaya konmuştur.
 “İbn Sellâm, tahkim hadisesinden önce Hz. Ali’nin haklı olduğunu, imametin gerekli ve vacip olduğunu söylerken, Ammar b.Yasir hadisesinden de destek alarak Muaviye ve taraflarının sapık olduğunu söylemektedir. Tahkim öncesi için biz ve öteki ayrımını net bir şekilde yapmayan ibn Sellâm, tahkim sonrası için biz ve öteki ayrımını net bir şekilde yapmakta, kendilerinin Müslüman, ötekilerin ise sapık olduklarını ifade etmekten kaçınmamaktadır.” (s. 85)
İbn Sellâm hislerinin tesiriyle kendisini de metninde konumlandırmakta kendi kıstaslarınca Müslüman- kafir ayrımı dahi yapmaktan kaçınmamaktadır. Sahabiler hakkındaki düşüncelerini dile getiren İbn Sellâm buradaki bilgileri derlerken kendi görüşlerini destekleyeci şahısları ve ifadeleri seçmekten de geri durmamıştır. Bu ifadeler kitapta şu sözlerle okuyucunun dikkatine sunulmuştur:
“İbn Sellâm’ın kendi düşüncelerini aktarırken konu edindiği sahabeleri titizlikle seçtiği anlaşılmaktadır. Onun bu sahabileri genelde Hz. Osman ve Emeviler ile iyi geçinemeyen şahıslardan seçip, onlara fikirlerini söyleterek inandırıcılığını artırmayı hedeflediği gözden kaçmamaktadır.”(s. 86 )
İbn Sellâm’ın eserinde verdiği bilgileri derlerken, olay ve olguları kendi görüşüne uydurmayı esas aldığı aşikardır. Tarihçinin, ideolojik düşüncelerin kurbanı olması halinde ne denli bir tahrifata yöneldiğinin görülmesi açısından kitaptaki en bariz örneklerden biri İbn Sellam’ın metnidir. Zira yazar tarihi hadiseleri İbadiliğin bakış açısı ile ele almakta ve kendi tezlerini tahrif ettiği tarihe dayatmaya çalışmaktadır.
3. İbn Temiyye ve Emeviler
            Bu kısımda İbn Temiyye’nin iki ayrı risalesine yer verilmiştir; Muaviye ve B. Ebî Süfyan Hakkında İbn Temiyye’ye Sorulan Sorular ve Cevapları ile Yezid B. Muaviye B. Ebî Süfyan Hakkında İbn Temiyye’ye Sorular ve Cevapları. Bu risalelerdeki yanlış ve eksik olan kısımlar çeviren notuyla dipnotlarda belirtilmiştir.
Diğer bölümlerde olduğu gibi burada da İbn Temiyye’nin yaşadığı dönem, hayatı ve Şiilerle münasebetine yer verilerek İbn Temiyye’nin risalelerinin kritik edilmesine ışık tutulmuştur. İbn Teymiyye’nin yaşadığı dönemdeki Moğol saldırıları ve bu süreçte Şiilerin Moğollarla birlikte hareket etmeleri, ehli sünneti hedef alan propagandaları ve Hz. Ali’nin vahiy ile imam tayin edildiğine dair iddiaları, yazarın Şiiliğe karşı reaksiyoner davranmasına yol açan önemli amiller olarak sunulmuştur. İlhanlı sultanı Olcayto’nun Şiiliği benimsemesi üzerine Şia, güç kazanmış ve Şianın fikirleri Suriye, Mısır ve İlhanlı egemenliğinde olan geniş bir coğrafyaya yayılma imkanı bulmuştur. Bu dönemde Şianın Ehl-i Sünnet’ten üstün olduğunu savunan bazı eserler kaleme alınmıştır. Yaşanan olayların İbn Temiyye’yi nasıl etkilediği şu ifadelerle ortaya konulmuş:
“Olcayto’nun Şiiliği benimsedikten sonra Sünnilere karşı bazı zulümlere girişmiş olması ve o dönemde İslam’a girecek olanların veya İslam’ı tam bilmeyen kimselerin bu gibi fikirlerden etkilenmesi ihtimali İbn Temiyye’nin Şia’nın fikirlerini reddeden eserler kaleme almasına neden oldu.” ( s.95 )
İbn Temiyyenin yaşadığı dönem anlatılırken, İslam dünyasındaki parçalanmışlığa vurgu yapılmış ve İbn Temiyyenin Şiilerle giriştiği mücadeleye yer verilmiştir. Şiilerin suçlamalarının ve ehli sünneti hedef alan iftiralarının İbn Teymiyyeyi harekete geçirdiği belirtilmiş ve bunun sonucu olarak müellifin Muaviye ve Yezid döneminde meydana gelen kimi hadiseleri tevil ettiği ve bazen de bilinçli olarak sahip çıktığı belirtilmiş. İbn Temiyyeyi bu risaleleri yazmaya iten sebepler devrinin dini-politik bölünmeleridir. O dönemde Müslümanlar arasında tartışılan konularla ilgili İbn Temiyyeye yöneltilen sorular da kitapta verilen iki risalenin içeriğini oluşturmaktadır.
Kendisinin hem dini hem siyasi bir kişilik olarak gördüğümüz yazar, döneminin koşulları çerçevesinde şiilerle hem fiili olarak savaşmış hem de şii propagandası karşısında kalemini savunma amaçlı kullanmıştır. İbn Teymiyye’nin Muaviye ve Yezidi sahiplenmesine varan aşırı savunmacı yaklaşımının ise bilhassa Hillinin Ehl-i Sünnete yönelik saldırıları ve tekfirci tutumuna karşı reaksiyon olduğu anlaşılmaktadır. 
                                    4. Makrizi ve Emeviler
            Bu bölümde Makrizi’nin Emeviler-Haşimi Çekişmesi isimli risalesi işlenmiştir. Makrizi’nin kısaca hayatına yer verilmiş, onun eserlerindeki görüşlerine tesir eden mezhep unsuruna yer verilmiştir. Eserden edindiğimiz bilgiye göre hanefi olarak yetişen Makrizi babasının ölümünü müteakip Şafii mezhebine geçmiştir. Daha sonra ise Zahiriliğe sempati duymaya başlamıştır. Makrizi, Zahirliğin yanı sıra Ehl-i Beyt’e de yakın olan bir tarihçi olarak nitelendirilmiştir:
“Bu risaleyi kaleme alış nedenini izah eden Makrizi, “Ben insanların bir çoğunun Ehl-i Beyt’in hakları konusunda kusurlu davrandıklarını ve onların haklarında yüz çevirdiklerini, saygınlıklarına değer vermediklerini ve Allah’ın onlara bahşettiği konumlarından habersiz olduklarını görünce böyle bir risaleyazmaya karar verdim.’ diyerek Haşimi-Emevi çekişmesinde Haşimiler lehinde açık bir şekilde tavır koyduğunu ifade etmektedir.”(s.160).
Makrizi’nin, Emevi-Haşimi tartışmasında Ehl-i Beyt lehine tarafgirliğine dikkat çekilmiş ve bu tavrının metnin sıhhatini zedelediği ortaya konmuştur. Metinde yer alan “Resulullah’ın kovduğu ve lanetlediği Ümeyyeoğulları ve Mervan b. el-Hakemoğulları nerede…’ gibi ifadelerin onun Emevileri mahkum etmek ve Haşimileri aklamak için yaptığına işaret eden yazarlar, tarihçinin bir tarafı aklama bir tarafı mahkum etme gibi bir rol edinmekten kaçınması gerektiğini metin ışığında tekraren vurgulamışlardır. (s.161.)
Makrizi risalesinde, Ümeyyeoğullarının hilafeti ele geçirmedeki şaşkınlığını dile getirir. Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasındaki çekişmenin gerçek yüzünü göstermeye gayret eder. Emevilerden sonra Abbasilerin devlet idaresini üstlenmelerini, yine onların da Emeviler gibi kusurlu olduğunu açıklamaya çalışır.
5. İmamiyye ve Tarihin Yeniden İnşası
            Son bölümde yer alan metin, Ebû Mansûr Ahmed. B. Ali et-Tabersi’nin el-ihticac  isimli eseridir. Bölümün giriş kısmında Şia ve İmamiyye’den bahsedilmiş, nasıl oluştuğu hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Bu eserin, İmamiyye’nin tarihi geriye dönük olarak nasıl okuduğu açısından önemi vurgulanmıştır. Risalede geçen söz konusu Hz. Ali’ye atfedilen sözlerin tutarlılığını kritik eden yazarlar, bu anlatıların onun bilinen kişiliği ve alim sıfatıyla çeliştiğini ifade etmişlerdir. Bilge bir kişiliğin kendini bu denli ön plana çıkarmayacağını savunan yazarlar, metinde geçen ifadelerin Hz. Ali’ye ait olmadığı kanaatinde olduklarını ifade etmektedirler.
Tarihi şahsiyetlerden bahsedilirken, tarihi gerçeklik içerisinde ele alınmamış olması, dini-ideolojik bir çerçevede yazılan bu risalenin zorlama bir geçmiş inşası gayretinde oluşu tarihi bilgiler ışığında ortaya konmaktadır.
“ Tabersi, metinde birkaç kez –Hz. Ali’yi konuşturarak – Resulullah’ın Hz. Ali ve Şia’sının cennette olduklarını, Kıyamet gününde kurtulan fırka olduklarını, Kevser havuzunun başında onunla buluşacaklarını söylediğini belirtmek suretiyle, Şia’nın genel kanaatine uyarak bu mezhebin Resulullah döneminde mevcut olan bir fırka olduğunu ifade etmeye çalışmaktadır. Oysa konu ile alakalı araştırma yapan gerek Sunni, gerek Şii, ve gerekse Batılı araştırmacılar bu iddiayı doğrulamamakta İmamiyye’yi, teşekkülünü en erken Abbasiler döneminde tamamlayan bir fırka olarak mütalaa etmektedir.”  ( s. 259 ).
Tabersi’nin risalesinde çok sayıda eksik, çarpıtma ve bilgilerin tahribi söz konusudur. Kitabın değerlendirme bölümünde bu kısımlar, incelenmiş olup okuyucunun dikkatine sunulmuştur. Risalede örnekleri verilen hadis ve Kur’an ayetleri karşılaştırılmış, bu hadis ve ayetlerin gerçekten de Hz. Ali ile mi ilgili olduğu tartışılmıştır. İfade edilen hadis ve ayetlerin risalede, olay ve duruma göre sıralanışı da bilgilerin çarpıtılmasında ve algı oluşturmadaki etkisi ortaya konmaktadır. Bu minvalde oluşturulan metnin ideolojik çarpıtma ve kasıtlı olarak bir düşünceyi empoze etme amacı taşıdığı ortaya konulmuştur.
“Tabersi, Resulullah’ın Medine’ye hicret esnasında sığındığı mağarada kendilerine yiyecek gönderenin ve Mekkelilerin faaliyetlerinden haberdar edenin Hz. Ali olduğunu “Aranızda Resulullah [ Medine’ye hicret ettiği esnada sığındığı sevr mağarasında iken ] haberdar eden benim dışında kimse var mıdır?” şeklinde ifade etmektedir. Bu haber de, tarihi veriler ile çelişmektedir. Zira mağarada bulundukları esnada Hz. Peygamber ve Ebubekir’e yiyecek, Hz. Ebubekir’in azadlısı ve aynı zamanda çobanı olan Âmir b. Füheyre tarafından tedarik edilmekte ve haberleşme ise her gece yanlarına gelen, Hz. Ebubekir’in oğlu Abdullah tarafından sağlanmaktaydı. Dolayısıyla bu haberin de kasıtlı olarak tahrif edildiğini anlaşılmaktadır.” ( s.262 )
Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere Tabersi’nin eserinin tarihi hakikatler ışığında ele alındığında nasıl kurmaca bir metin olduğu anlaşılmaktadır. İnsanları ikna etmek için olaylar kendi düşüncesi doğrultusunda çarpıtılmış, hadis ve ayetlere dayandırmıştır. Yazarın siyasi ve dini düşüncelerinin, içinde yaşadığı zaman ve zeminin, eserinde konu aldığı döneme bakışında ne denli belirleyici olduğu bu metnin ışığında ortaya konmaktadır.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar