2 Haziran 2017 Cuma

Siyasî Şahsiyeti Açısından Hz. Ali

 Prof. Dr. Adem Apak
         GİRİŞ
Hz. Ali, İslâm tarihinde hakkında en çok tartışma yapılan şahıslardan birisidir. Onun tartışmaların merkezinde yer almasının asıl sebebi ise siyasî kişiliğidir. Dolayısıyla o, tarihî şahsiyet olma özelliğini daha ziyade siyasî konumunda almıştır. Hz. Ali’nin siyasî konumu ve siyasî tercihleri, gerek Hz. Peygamber (sav) dönemindeki, gerekse daha sonraki süreçteki faaliyetleri, zamanla tarihî kişiliğinden koparılarak, onun çok farklı bir şahsiyet haline getirilmesine sebep olmuştur. Kısacası tarihî/gerçek Ali’nin yerini siyasî-dinî mezheplerin kendileştirdiği sanal Ali almış, hatta neredeyse her siyasî-dinî fırka ve mezhebin bir Ali telakkisi olmuştur. Öyle ki, onun vefatından çok sonraki dönemlerde sistemleşen çeşitli fırka, mezhep ve tarikatlar varlıklarını, görüş ve prensiplerini onun kurgulanmış şahsiyeti üzerine bina etmişlerdir. Bazen de onun kişiliği, görüşleri ve siyasî konumu, Şia’da olduğu gibi bir inanç meselesi haline getirilmiştir. Şia dışındaki gruplar da, bu mezhebin Ali telakkisine karşılık olarak kendileri için yeni Ali anlayışları geliştirmişlerdir. Bütün bunlar, Hz. Ali hakkında yapılan yorum ve değerlendirmeleri farklılaştırmış, hatta birbirlerini nakzeder hale getirmiştir. Bunun en önemli sebebi ise Hz. Ali’nin, tarihin konusu olmaktan çıkarılarak siyasetin/ideolojinin konusu haline getirilmiş olmasıdır. Ancak buna rağmen Hz. Ali’nin bütün yönleriyle ve zamanımız bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesi mümkündür, üstelik buna ihtiyaç duyulduğu da bir gerçektir. Zira onun şahsiyeti ve görüşleri etrafındaki fikrî-siyasî tartışmalar güncelliğini ve popülerliğini devam ettirmektedir.   

Bu tebliğde Hz. Ali’nin özellikle Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonraki dönemdeki siyasî faaliyetlerinden yola çıkılarak onun siyasî kişiliği üzerine bazı tespitlerde bulunulacaktır. Öncelikle onun, ilk halife seçiminden itibaren kendi yönetimine kadar geçen olaylardaki konumu üzerinde durulacak, daha sonra halifeliği sürecindeki siyasî uygulamaları bahsine geçilecektir. Bu ikinci kısımda bilhassa Hz. Ali-Muaviye siyasî mücadelesinin sebep ve sonuçları, dolayısıyla onların siyaset tarzlarının mukayeseli sunumu yapılmak suretiyle Hz. Ali’nin siyasî kişiliği ile ilgili ipuçlarının tespiti yapılacaktır. Tebliğde ortaya konulan görüş ve düşüncelerin Hz. Ali’nin siyasî kişiliğini her yönüyle yansıttığını iddia edilemez. Ancak yapılan değerlendirmelerin, tartışmaların odağında yer alan bu tarihî şahsiyetin anlaşılma çabaları için mütevazı bir katkı sağlayacağı temenni edilmektedir.    
A. HİLAFETİNE KADAR SİYASÎ HADİSELERDE HZ. ALİ
Hz. Ali, Hz. Peygamber (sav) döneminin askerî, siyasî ve diplomatik faaliyetlerinde aktif görev almıştır. Bedir, Uhud, Hendek, Hayber başta olmak üzere hemen bütün büyük gazvelere iştirak etmiş, ayrıca Fedek’te Benî Sa‘d’a karşı gönderilen seriyyeye (H.6/M.628) ve Yemen’e düzenlenen sefere (H.10/M.632) birlik komutanı olarak katılmıştır. Tebük seferinde ise Hz. Peygamber’in (sav) vekili sıfatıyla Medine idaresini vazifesini üstlenmiş[1], ayrıca Yemen’e kadı olarak tayin edilmiştir.[2]
Hz. Ali, Hz. Peygamber’in (sav) techiz ve tekfini ile meşgul olması sebebiyle ilk halife seçimi toplantısına iştirak edememiş[3], onun yokluğunda Ensâr ile Muhâcirûn arasındaki görüşmeler sonucunda Hz. Ebû Bekir halifeliğe getirilmiştir.[4] Başta Hz. Ali olmak üzere Hâşimîler bu gelişmede devre dışı bırakıldıkları gerekçesiyle karardan rahatsız olmuşlar[5], bu sebeple yeni halifeye biatti geciktirmişlerdir.[6]
Hz. Ebû Bekir’in hilâfetine Kureyş içinde itiraz eden diğer bir aile de Ümmeyeoğulları’dır. Onlar arasında Halid b. Said, seçilen halife yerine Hz. Ali’ye biat etmek istemiş, ancak Hz. Ali onun tekliflerini dikkate almamıştır.[7] Benzer şekilde Ümeyyelilerin reisi Ebû Süfyan yine kendisini Hz. Ebû Bekir’e karşı kışkırtmaya teşebbüs etmişse de başarılı olamamıştır.[8]
Hâşimoğullarının, hilâfette hak sahibi olduklarını iddia etmeleri, ilk iki halifeyi bu aileye karşı siyasî tedbir almaya sevk etmiş görünmektedir. Nitekim onlar görevde kaldıkları süre zarfında Hâşimîleri devlet yönetiminden uzak tutmuşlardır. Bu genel politikanın neticesi olarak Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halifelikleri döneminde Hz. Ali dahil Hâşimoğulları’na mensup bir ordu komutanı veya bir eyalet valisine tesadüf edilmez. Hatta bu süreçte Hz. Ali yoğun bir şekilde gerçekleşen fetih hareketlerine dahi iştirak etmemiş[9], sadece istişare meclisinin bir üyesi sıfatıyla halife danışmanlarından birisi olmuştur. Hz. Ömer, Hz. Ali’nin siyasî yönünden değil, fıkhî bilgisinden istifade etmeye çalışmış, onun görüşlerinden daha ziyade dinî konularda istifadeyi tercih etmiştir.[10]
İlk iki halife dönemi siyasetinde geri plânda kalmış görünen Hz. Ali için siyasete katılma imkânı Hz. Ömer’in kendisini halife adayı göstermesiyle ortaya çıktı. Hz. Ömer bu görev için gösterdiği adaylardan Hz. Ali ve Hz. Osman’dan başka kimsenin talip olmayacağını bizzat belirtmekle birlikte[11] bu şahıslardan herhangi birini kendisine halef tayin etmemiştir. Muhtemelen eski kabile rekabetine dönülmesi endişesi, onun böyle bir tercihine engel olmuştur, denilebilir. Zira Gerek Hz. Ali ve Hz. Osman, sahâbenin önde gelen şahısları olmakla birlikte, aynı zamanda Hâşim ve Ümeyye gibi güçlü ailelere mensuptular. Bu iki aile farklı dönemlerde Kureyş kabilesini yönetmiş, hatta zaman zaman idare hususunda birbirleriyle mücadeleye girişmiştir. Geçmişten gelen siyasî birikimleri sebebiyle iktidara talip olması muhtemel -ki Hâşimîler bunu daha önce Hz. Ebû Bekir’in halifeliği başlangıcında açıkça dile getirmişlerdi- bu iki kabilenin Hz. Ali ve Hz. Osman’ın şahsında yeniden bir iktidar kavgasına girişmeleri, bunun sonucunda toplumun bölünmesi ihtimali karşısında halife bu iki şahıstan birini tercih etmeyip, sorumluluğu onların da dahil olduğu aşere-i mübeşşereye bırakmayı tercih etmiştir.[12]
Hz. Ömer’in vefatından sonra gerçekleşen halife seçiminde Hz. Ali ve Hz. Osman’dan başka aday çıkmaması, sonuçta Emevî-Hâşimî rekabetinin yeniden canlanmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim taraflar bu doğrultuda kendi adaylarını seçtirmek için harekete geçmişler, kabilelerinin siyasî rekabetinin sembolleri gibi görülen Hz. Ali ve Hz. Osman, seçim sürecinde ailelerinin yoğun telkin ve baskılarına maruz kalmışlardır. Hâşimîler tarafında bu görevi kabilenin büyüğü, Hz. Peygamber’in (sav) (aynı zamanda Hz. Ali’nin de) amcası Abbas yürütmüş, Hz. Ali’yi, doğrudan halifeliğini ilân etmeye ve şûrâya katılmamaya çağırmıştır.[13]
Şûrâ’nın teşkilinden sonra adaylardan Hz. Abdurrahman b. Avf  hakem sıfatıyla üç gün boyunca yaptığı görüşmeleri tamamlandıktan sonra Hz. Osman’ı halife ilân etmiştir (H.24/M.644-645).[14] Seçimin gerçekleşmesi, Müslümanlar açısından idarî bir sorunun çözümü anlamına geliyordu. Ancak bu sonuç, aynı zamanda İslâm öncesine dayanan Emevî-Hâşimî çekişmesinin de yeniden başlamasına zemin teşkil etti. Nitekim göreve gelmesinden bir süre sonra yeni halifenin kabilesinin isteklerine boyun eğmesi aradaki rekabeti canlandırınca Hâşimoğulları kendiliğinden muhalefet kanadını oluşturmaya başlamışlardır. İdarenin icraatından memnun olmayan diğer kabileler de Ümeyyeoğulları'na karşı muhalefeti Hâşimoğulları üzerinden gerçekleştirmeye çalışmışlar, sonuçta İslâm toplumunda Emevî taraftarları ve Hâşimî taraftarları şeklinde iki siyasî grup meydana gelmiş kaçınılmaz olarak Hz. Ali ile Hz. Osman bu mücadelenin önderleri olarak görülmeye başlamışlardır.[15]  
Hz. Osman halifeliğinin ilk yıllarından itibaren Ümeyye ailesi etkisinin açıkça görüldüğü bir siyasî icraata başlamıştır. Nitekim o, göreve gelmesinin ikinci yılında (H.26/M.647)  Kûfe valisi Sa‘d b. Ebî Vakkâs’ı azledip buraya anne-bir kardeşi Velid b. Ukbe’yi tayin etmiş, daha sonra Mısır valisi Amr b. el-Âs’ın yerine süt kardeşi Abdullah b. Sa‘d b. Ebî Serh’i (H.27/M.647) getirmiş[16], bundan iki yıl sonra da (H.29/M.649-650) Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi görevden alarak dayısının oğlu Abdullah b. Âmir’i Basra valiliğine atamıştır.[17] Halife daha önce tayin ettiği Velid b. Ukbe’yi Kûfelilerin şikâyeti üzerine geri çekmesinin ardından onun yerine yine akrabası Said b. el-Âs’ı atamıştır (H.30/650).[18]eri artık bir mülk haline getirdiniz"afından, ertesi gün birisi tarafından alınır cevabını alınca, "ışını yansıt  Eyalet valilerini sırasıyla değiştirip yerlerine Ümeyyelileri görevlendiren Hz. Osman’ın tasarrufta bulunmadığı tek bölge Şam’dır. Zira Hz. Ömer döneminden beri burayı idare eden Muaviye b. Ebî Süfyan zaten Ümeyyeli’dir. Halife, onu görevden almak bir yana, daha önce Umeyr b. Sa‘d’ın yönetiminde olan Hama, Hıms, Kınnesrin ve Havran gibi şehirleri de Şam’a bağlamıştır.[19] Hz. Osman’ın kabilesi adına siyasî ve iktisadî tasarruflarda bulunması karşısında ashâb ileri gelenleri rahatsız olmuşlar ve yapılanları yüksek sesle tenkit etmeye başlamışlardır.[20] O kadar ki, Hz. Osman'ın halife seçilmesinde birinci derecede etkinliği bulunan Abdurrahman b. Avf dahi halifenin icraatından duyduğu rahatsızlık sebebiyle Hz. Ali'ye "Sen kılıcın al, ben de alırım" diyerek, kendisine halifeye karşı silahlı mücadele çağrısı yapmış, ancak Hz. Ali, bu teklifi reddetmiştir. [21]
Şurası bir gerçektir ki, Hz. Ali, Hz. Osman’ın hilafeti döneminde kendisine yapılan her türlü siyasî telkin, teşvike rağmen halife aleyhine herhangi bir faaliyete iştirak etmemiş, sadece halifenin bazı icraatına karşı çıkmış, bunu da doğrudan halifeye bildirmiştir. Onun yönetimi tenkit ettiği uygulamaların başında halifenin Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah’a kısas yapmaması, içkili olarak namaz kıldıran Kûfe valisi Velid b. Ukbe’yi ancak ısrarlar sonucunda görevinden alması, hac sırasında önceki halifelerin aksine iki yerine dört rekat namaz kıldırması, Emevîleri ve özellikle de Şam valisi Muaviye’yi tenkit  etmesi sebebiyle Ebû Zer el-Gıfârî’yi Rebeze’ye sürgün etmesi gelir.[22] Hz. Ali özellikle bu son uygulamaya sert bir şekilde karşı çıkmış[23] hatta aşırı Emevî muhalifliği ile tanınan Ebû Zer’in sürgününü esnasında oğullarını refakatçi olarak göndermiştir. [24]
Hz. Osman’ın hilafeti döneminde devletin içine düştüğü durumdan endişe duyan bazı Müslümanlar da Hz. Ali'ye müracaat ederek ondan halifeye tavsiyede bulunmasını talep etmişlerdir. O da kendisine iletilen talep ve beklentileri halifeye iletmiştir. Hz. Osman’ın genellikle bu teklifleri ciddiye almakla birlikte zaman zaman uyarı ve tavsiyelerden rahatsız olduğu da anlaşılmaktadır.[25] 
Hz. Osman döneminde iç bünyede baş gösteren problemler ilk önce Kûfe’de fiilî hareket haline gelmiş, halk Hicretin 34. (M.654) yılında Medine’den dönen valileri Said b. el-Âs’ın şehre girmesine engel olmuştur.[26] İkinci hadise Mısır'da ortaya çıkmıştır: Mısırlılar valileri Abdullah b. Sa‘d'ı şikâyet etmek üzere Medine'ye gelmişler, halifeden valinin uyarılacağı vadini aldıktan sonra geri dönmüşlerdi. Ancak Mısır valisi uyarıya itibar etmediği gibi, kendisini şikâyete gidenlerden birisini öldürmüş, bu hareket eyaletteki muhaliflerin isyana teşebbüs etmelerinin bahanesi olmuş[27], halk Medine'ye doğru tekrar yola çıkmıştır.[28] Onlarla sürekli olarak mektuplaşan Kûfe ve Basralı yönetim aleyhtarları da başkente hareket etmişlerdir.[29] Gelenlerden Mısırlılar Hz. Ali, Kûfeliler Hz. Zübeyr ve Basralılar Hz. Talha'ya ayrı heyetler göndererek, onların her birini halife olmaya çağırmışlar, ancak üçü de isyancıların bu tür taleplerine itibar etmemişlerdir.[30] 
Hz. Ali isyancılara niçin geldiklerini sorduğunda, onlar kendisinden mektup aldıklarını söylemişler, ancak Hz. Ali, yemin ederek böyle bir faaliyetinin olmadığını ifade etmiştir.[31] Bu rivayet, Hz. Osman döneminde muhalefetin ashâb ileri gelenlerinin, özellikle de Hz. Ali üzerinden yapıldığını, yönetim aleyhine hareketlerde onun adının kullanıldığına işaret eder. 
Hz. Osman yönetim aleyhine toplanmış olan asileri Medine'den uzaklaştırması için Hz. Ali’den yardım istemiş[32], bu konuda kendisine her türlü yetkiyi vermiştir.[33] Hz. Ali bunun üzerine muhaliflerle asilerle görüşmelerde bulunmuş, sonuçta Mısır valisi Abdullah b. Sa‘d azledilip yerine Muhammed b. Ebî Bekir getirilerek problem çözülmüş[34], Mısırlılar yeni valileriyle geri dönmüşlerdir. Onlarla beraber hareket eden Kûfe ve Basralılar da memleketlerine doğru yola çıkmışlardır.[35] Hz. Ali’nin girişimleriyle halledilen bu hadise, Mısırlıların geri dönüp halifenin evini kuşatmalarıyla yeni bir boyut kazanmıştır[36]. Müzakereci sıfatıyla kendilerine bunun sebebini sorduğunda,"Bizim, vali tarafından öldürülmemizi emreden mektup taşıyan birini yakaladık" cevabını vermişlerdir.[37]
Hz. Ali mektup meselesini halifeye haber verince, Hz. Osman böyle bir şeyden haberinin olmadığını ifade etmiş[38], bunun üzerine asiler, halifenin ya yalan söylediğini, ya da zaaf içinde olduğunu, her iki durumda halifeliği bırakmasını gerektiğini ileri sürmüşlerdir.[39] Ancak Hz. Osman bunu reddetmiş[40], üstelik onlardan Medine'yi terk etmelerini istemiş, aksi halde başlarına büyük belânın geleceği tehdidinde bulunmuştur. Bunun üzerine isyancılar saldırarak onu feci bir şekilde dövmüşlerdir.  Baygın olarak evine götürülen halifeyi Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ziyarete gediklerinde iktidar ailesinin sözlü saldırılarına muhatap olmuşlardır. Ümeyyeliler, Hz. Ali'ye "Bizi helâk ettin. Bu tuzakları bize sen hazırladın.  Vallahi ulaşmak istediğin hedefe vardığında, bu dünyayı senin başına yıkacağız" tehdidinde bulununca, Hz. Ali, ithamlardan rahatsız olarak halifenin evini terk etmiştir.[41] Ümeyyelilerin Hz. Ali'ye söyledikleri anlamlıdır. Hz. Ali o zamana kadar-kendisine yapılan bütün teşvik ve kışkırtmalara rağmen-halife aleyhine bir faaliyetin içinde olmamıştır. Kılıcı eline alıp harekete geçmesini isteyen Şûrâ’nın hakemi Abdurrahman b. Avf’ın çağrısına dahi olumlu cevap vermemiş, Medine’ye gelerek kendisini halife olmaya çağıran isyancı Mısırlılara yüz vermemiş, üstelik onları memleketlerine göndermek için gayret göstermiş, onların halifeye karşı bir davranışa girişmelerini engellemiştir. Ayrıca hem Hz. Osman, hem de Emevî ailesi dışındaki diğer Müslümanlar da hiçbir zaman Hz. Ali'ye karşı hilâfete göz diktiği, yönetim aleyhine çalıştığı şeklinde bir suçlamada bulunmamışlardır. Hz. Ali, bu dönemde Hz. Osman’ın yerine geçme hırsı içinde olsaydı dahi, onun Hz. Osman’ın öldürülmesi için gayret göstermesi anlamsız olurdu. Zira Hz. Osman’ın vefatından sonra en güçlü halife adayı zaten kendisiydi. Bu sebeple Hz. Ali’nin, Emevîlerin iddia ettikleri gibi muhalif hareketleri desteklemesinin izah edilir bir yönü yoktur. Bütün bunları Ümeyyeoğulları da biliyorlar, ancak Hz. Ali'yi siyaseten olanların sorumlusu göstermek suretiyle onu siyaseten yıpratmaya çalışıyorlardı.[42] Onları bu politikaları şu şekilde izah edilebilir: Şayet Hz. Osman ölür veya öldürülürse, onun yerine geçecek kişi büyük ihtimalle Hz. Ali olacaktır. Öyleyse halifeliğin en kuvvetli adayı yıpratılmalı ve o bir takım ithamlarla zan altında bırakılmalıydı. Bu amaçla Ümeyyeoğulları Hz. Osman’ın başına gelenlerin sorumlusu olarak Hz. Ali'yi göstermek istemişler ve olacakların faturasını dahi peşin olarak ona çıkarmışlardır.[43] Muğire b. Şu'be'nin, halifenin öldürülmesinden kısa bir süre önce Hz. Ali'ye gelerek, "Sen Medine'den çık, başka yerlere git.  Şayet o sen burada iken öldürülürse, bunu senden bilecekler"[44] demesi, Emevîlerin Hz. Ali aleyhine kamuoyunda oluşturdukları menfî propagandanın ne derece etkin olduğuna işaret eder.
Hz. Ali, Emevî ailesi ve taraftarlarının tüm tahriklerine ve olup-bitenlerin sorumluluğunu kendi üzerine atılması teşebbüslerine rağmen halifenin yanına sık sık giderek ona nasihatte bulunmaya devam etti. Ancak onun telkinleri teoride kabul görmekle birlikte uygulamaya konulmamış, buna karşılık Ümeyyeoğulları'nın özellikle de Mervan'ın görüşleri dinlenmiştir.[45] Nitekim halifenin eşi Naile dahi Hz. Ali yerine Mervan’ı dinlediği için Hz. Osman’ı eleştirmiştir.[46]
Hz. Ali’nin tüm girişimlerine rağmen kuşatmayı kaldırmayan asiler, diğer şehirlerden hac için gelecek olan Müslümanların kendilerine engel olabilecekleri düşüncesiyle saldırıya geçmişler[47] ve Hz. Osman’ı şehit etmişlerdir.[48]  
B. HALİFELİĞİ DÖNEMİNDEKİ SİYASÎ FAALİYETLERİ VE SİYASÎ KİŞİLİĞİ
Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Medine’de Müslümanlar bir süre şaşkınlık geçirmişler, daha sonra da halife seçme telaşına düşmüşlerdi. Görüşmelerin ardından gerek Medinelilerin ısrarlı talepleri, gerekse asilerin baskılarıyla Hz. Ali hilâfet görevini kabul etmek durumunda kaldı.[49] Ancak  hem Ensâr, hem de Muhâcirûn’dan  olmak üzere Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Üsâme b. Zeyd ve Abdullah b. Ömer, Hassân b. Sâbit, Mesleme b. Muhalled, Ebû Said el-Hudrî, Muhammed b. Mesleme, Numan b. Beşîr, Zeyd b. Sâbit, Rafi b. Hudeyc, Fudâle b. Ubeyd gibi sahâbîler ona biat etmediler.[50]
Hz. Ali’nin Medine’de bütün Müslümanlardan biat alamaması, onun meşruiyet krizine düşmesinde sebep oldu. Seleflerinden Hz. Ebû Bekir, başlangıçta Hâşimîler’in muhalefetiyle karşılaşmışsa da bu sorun kısa sürede aşılmıştır.  Hz. Ömer ise, kamuoyu desteği en yüksek halife olma şansına erişmiştir. Hz. Osman da seçilmesinden hemen sonra bütün Müslümanların onayını almıştır. Ancak Hz. Ali, Medinelilerin tamamının desteğinden mahrum kalmıştır. Ona biat etmeyenlerden Sa‘d b. Ebî Vakkâs Şûrâ üyelerindendir. Hz. Ömer’in oğlu olan ve yine Şûrâ üyesi Abdullah b. Ömer de başlangıçta Hz. Ali’ye biat etmemiştir. Halifeye muhalefet edenlerden Üsâme Hz. Peygamber’in (sav) evlatlığı olan Zeyd’in oğludur. Ensâr’dan Hassân b. Sâbit, Hz. Peygamber’in (sav) şairi sıfatıyla toplum nazarında önemli bir mevki elde etmiş, Muhammed b. Mesleme, Hz. Ömer’in baş müfettişi olarak görev yapmıştır. Numan b. Beşir ile Ebû Said el-Hudrî ise Ensâr’ın ileri gelenlerindendir. Neticede Hz. Ali, göreve başladığı sırada Kureyş’in ve Ensâr’ın tamamının onayını alamamıştır ki, bu durum, onun ihtiyaç duyduğu kamuoyu desteğinden mahrum kaldığını gösterir. Bu sebeple Hz. Ali, hilâfete geldiğinden vefatına kadar geçen sürede yönetimi adına toplumsal meşruiyeti sağlama çabalarıyla meşgul olmuştur.
Hz. Ali’ye biat etmeyenler arasında asıl büyük problemi teşkil eden gruplar salt biat etmeyenler değil, biatleriyle Hz. Osman’ın kanını ilişkilendirenler, yani biatlerini Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasına bağlayanlar olmuştur. Bu gruplardan ilki Hz. Aişe-Hz. Talha ve Hz. Zübeyr üçlüsünün oluşturdukları Cemel ashâbı, diğeri de Muaviye’nin önderliğinde toplanan Şamlılardı. Hz. Ali’nin otoritesini sağlayabilmesi için önce bu iki grubun itaat altına alınması gerekiyordu. Ancak bu kolay değildi. Çünkü onlar yaşanan şartlarda halifeden gerçekleştirilmesi neredeyse mümkün olmayan bir talepte bulunarak Hz. Osman’ın katillerini tespiti ve cezalandırmasını istiyorlardı. Ancak Hz. Osman’ı öldürenler hâlâ Medine’de etkin durumdaydılar ve halifeyi hep birlikte öldürdüklerini açıkça ilân ediyorlardı. Dolayısıyla bu durumda Hz. Ali’den böyle bir icraat beklemek imkânsızdı. Üstelik halifeden talepte bulunanlar, kendisine destek olmak yerine, farklı bölgelerde toplanıp müstakil siyasî birlikler meydana getirmişlerdi. Bu durumda adı geçen topluluklar, hukukî bir prosedürün tamamlanmasını talep eden değil, nazik ortamdan istifade ederek farklı siyasî beklentilere girmiş gruplar izlenimi vermektedirler. Eğer böyle olmasaydı, Hz. Ali’ye biatten kaçınan ve biat için önceki halifenin katillerinin cezalandırılmasını isteyen Cemel ashâbı ile Şamlıların en azından kendi aralarında bir ittifak oluşturmaları gerekirdi. Ancak görünürdeki payda eşitliğine rağmen (ki o payda Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasıdır) bu ittifak bir türlü gerçekleşmemiş, hatta yönetim muhalifleri bir araya gelmekten özellikle kaçınmışlardır.
Hz. Ali’nin, halife katillerinin cezalandırılmasından başka halletmek zorunda olduğu diğer bir konu, idarî kadro değişikliğidir. Nitekim halife biat aldıktan sonra ilk iş olarak Hz. Osman döneminde şikâyetlerin kaynağı kabul edilen valileri azledilerek yerlerine yeni idareciler tayin etmiştir. Hz. Ali sorunların asıl sorumlusu görülen bu valilerin görevden uzaklaştırılmasıyla dahilî karışıklıkların ortadan kalkacağını düşünmüş, gerek Muğire b. Şu‘be, gerekse Abdullah b. Abbas’ın, önce Hz. Osman’ın valilerinin biatlarının alınmasından sonra azledilmesi şeklindeki tavsiyelerine itibar etmemiş,  bütün eyalet valilerini değiştirmek istemiş, ancak özellikle iki büyük eyalet olan Şam ve Kûfe’de bunu hedefini gerçekleştirememiştir.[51]
Hz. Ali’nin vali tayinlerinde bilhassa Hâşimoğulları ve Ensâr’a öncelik tanıdığı görülür. Bunların ortak özelliği ise daha önceki dönemlerde (ilk üç halife idaresinde) iktidardan uzak kalmış olmalarıdır. Anlaşıldığı kadarıyla Ensâr’ın ve Hâşimoğulları’nın Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi sürecinde açıkça iktidar talebinde bulunmaları, onların ilk iki halife döneminde yönetime yaklaştırılmamalarına sebep olmuştur. Hz. Osman’ın halifeliği zamanında ise bürokrasi tamamen Benî Ümeyye soyunun inhisarında kaldığı için tabiatıyla hem Medineliler hem de Hâşimîler devlet kademelerinde kendilerine yer bulamamışlardır. Hz. Ali göreve gelir gelmez devlet yönetiminden uzak tutulan bu iki muhalif grubu iktidara taşımıştır. Dolayısıyla onun tayin politikası, büyük ölçüde önceki atamalara tepki ve geçmişteki mahrumiyetleri telafi etme görünümü kazanmıştır.[52] Başka bir ifadeyle önceki dönemlerin siyaset dışı iki ana grubu yeni iktidarın kurucuları olmuşlardır. Nitekim Halife Kûfe, Basra, Mısır, Şam, Yemen, Mekke ve Medine gibi şehir ve eyalet merkezlerin idaresine, iktidarının iki destek gücünden biri haline gelen Ensâr’a mensup şahısları getirmiştir. Şam’a tayin edilen Sehl b. Huneyf el-Ensârî[53], onun kardeşi Basra’ya gönderilen Osman b. Huneyf[54], Kûfe’de görevlendirilen Ebû Mesûd el-Ensârî[55] ile Karaza b. Ka‘b[56], Medine valiliğine getirilen Ebû Eyyûb el-Ensârî[57] ve Mısır valiliğine tayin edilen Kays b. Sa‘d b. Ubâde el-Ensârî idarenin Ensâr ayağını oluşturmuşlardır.[58] Halife, ayrıca Cemel savaşına giderken yine Ensâr’dan Ebû Hasen b. Abdiamr’ı Medine’nin idaresine getirmiştir.[59]
Hz. Ali idarede Yemen asıllı Ensâr’a ağırlık vermenin yanı sıra, önceki iktidara muhalefette öncülük eden Kûfe Yemenîlerinden Umâre b. Şihab’ı başlangıç aşamasında Kûfe valiliğine getirilmiştir.[60] Ancak halife, Kûfelilerin talepleri ve özellikle şehrin ileri gelenlerinden Eşter’in (Mâlik b. el-Hâris) de aşırı ısrarıyla -pek gönüllü olmasa da- buraya yine Yemenli Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi tayin etmek durumunda kalmıştır.[61] Halife daha sonra Kûfe Yemenîlerinden ve Hz. Osman’a karşı muhalefetin öncülerinden Eşter’i Cezire’nin idaresine getirmiş[62], Muaviye’nin emriyle Amr b. el-Âs’ın Şam’dan Mısır’a doğru harekete geçtiği haberini aldıktan sonra da onu, üvey oğlu Muhammed b. Ebî Bekir’in yerine Mısır valiliğine tayin etmiştir.[63] Bürokrasinin önemli makamlarından bir kısmını Ensâr ve diğer Yemenli kabilelere tahsis eden Hz. Ali, geri kalanını ise kendi ailesi Hâşimoğulları’na bırakmış görünmektedir. Nitekim Abdullah b. Abbas’ı Basra[64], Ubeydullah b. Abbas Yemen[65], Kusem b. Abbas Mekke ve Taif[66], Temmâm b. Abbas da Medine’ye[67] tayin edilmiş, ayrıca üç yaşından beri kendi terbiyesinde büyüyen üvey oğlu Muhammed b. Ebî Bekir Mısır’a vali atamıştır.[68]
Hz. Ali’nin muhaliflere karşı ordusunda görevlendirdiği komutanların kabile bağlantıları dikkate alındığında, yönetimini Hâşimîler-Ensâr-Kûfe Yemenîleri üçlü sacayağına dayandırdığı görülür. Nitekim onun birinci derecedeki yardımcıları Eşter, Hucr b. Adî, Şebes b. Rib‘î, Eşa‘s b. Kays el-Kindî, Halid b. Muammer es-Sedûsî, Sehl b. Huneyf el-Ensârî, Ziyad b. Nard el-Hârisî, Sa‘d b. Kays el-Hemdanî, Makil b. Kays er-Riyahî, Sa‘saa b. Sühan, Kays b. Sa‘d b. Ubâde el-Ensârî’dir.[69] Zikredilen şahıslara bakıldığında ordu komutanlarının büyük ölçüde Hz. Osman döneminin muhalefet bloğundan seçildikleri açıkça görülür. Ayrıca Hz. Osman aleyhine gerçekleştirilen olaylara katılanlar da aynı orduda görev almışlardır. Meselâ Iraklıların ünlü komutanlarından Eşter önceki halifeye karşı Kûfe’deki isyan hareketine liderlik yapmıştır. Keza Mısır valiliğine getirilen Muhammed b. Ebî Bekir de önceki yönetim muhalefetinin önde gelenlerinden biri kabul edilmiştir. Hz. Ali’nin görev verdiği komutanların bir diğer ortak özellikleri ise çoğunluğunun Kureyş dışındaki Arap kabilelerine mensup olmasıdır. Buradan halifenin, siyasî faaliyetlerinde genel anlamda Kureyş’i devre dışı bırakmış olduğu ortaya çıkar.[70] Nitekim Sıffin savaşında Irak ordusu içinde Kureyş’i komutan olarak sadece Ziyad b. Hasefe et-Teymî, Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs ile Hâşimîler’den Hz. Ali, Hz. Abbas  temsil etmişlerdir.[71]  
Burada şu husus açıkça vurgulanmalıdır ki, Hz. Ali’nin idarî kadrosunu dar tutmasında kendi tercihi kadar belki daha da fazla konjonktürün etkisi vardır. Hz. Ali hiçbir zaman selefleri kadar idareci seçme opsiyonuna sahip olamamıştır. Özellikle Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ile mukayese edildiğinde, onun alternatifsiz bir gruptan yönetici atamak zorunda kaldığı görülür. Zira Kureyş’in köklü kabilelerinden Ümeyyeliler halifeye karşı baştan muhalefet bayrağını açmışlar, Sehmlilerin lideri Amr b. el-Âs, Muaviye ile ittifaka girişmiş, Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Muhammed b. Mesleme gibi Hz. Ömer’in hilafeti döneminin önemli bürokratları Hz. Ali’ye biat dahi etmemişlerdir. Hz. Osman tarafından valiliğe getirilenlerin de azledilmesi sonucunda Hz. Ali ancak Ensâr-Hâşimîler-Kûfe Yemenîleri arasından idareci seçmek zorunda kalmıştır. Bu tercih dahi kendi içinde başka sakıncalar da barındırmaktadır. Zira halifenin Hâşimîler’den idareci seçmesi, her şeyden önce Hz. Osman’ın uygulamaları hatırlatacak ve idarede diğer Kureyş kabileleri ihmal edildiği için yönetimin Kureyş’ten beklediği desteği almasına engel olacaktır. Ensâr’dan tayin edilenler ise aynen ilk halife seçiminde olduğu gibi Kureyş’i yine rahatsız edecek ve onların halifeye yardımına mani olacaktır. Hz. Ali’nin Kûfe Yemenîlerini iktidar mevkilerine getirmesi ise onun, maktul halifenin katilleriyle ortaklık yaptığı suçlamalarıyla karşı karşıya kalmasına sebep olacaktır. Bütün bunlardan dolayı Hz. Ali’nin gerçekleştirdiği tayinler, halkın şikâyetlerinin ortadan kalkması bir tarafa, yeni problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. O kadar ki, Hz. Osman’ın valileri, atanmalarından sonraki icraatları yüzünden tenkit edilip şikayet konusu yapılırken, Hz. Ali’nin valileri daha göreve başlamadan halk tarafından benimsenme problemi yaşamışlardır.
Hz. Ali’nin, halifeliği sürecindeki en büyük şansızlıklarından biri, Müslümanların ilk başkenti olan Medine’yi terk edip, yakın dönemde kurulmuş ve kozmopolit özellikler taşıyan, kabile çekişmelerinin yoğunluğu sebebiyle kargaşa üssü haline gelen Irak’ı (Kûfe-Basra)  kendisine merkez seçmesidir. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bunda halifenin Medinelilerden beklediği desteği alamamış olmasının mutlaka etkisi vardır. Ancak özellikle Kûfe tercihi, onu daha büyük sosyal ve siyasî problemlerle karşı karşıya getirmiştir. Çünkü İslâm beldelerinde belki de bu şehir kadar farklı etnik unsur ve kabile çeşitliliğine sahip bir merkez yoktur. Muhtelif Arap kabilelerinin siyasî rekabet alanı haline gelen yeni başkent Kûfe, sorunların çözüm yeri olmak bir tarafa, bizzat problem kaynağı olmuştur. Irak’ın diğer önemli şehri ve kendini Kûfe’ye rakip olarak gören Basra ise Hz. Ali ve onu destekleyen Kûfeliler ile birlikte hareket etmek bir yana onlarla savaşa girişmiştir. Nitekim bundan dolayı Cemel savaşı, halife ile Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını talep eden gruplar arasındaki bir çatışma olmakla görünmekle beraber, esasında Kûfe-Basra savaşı şeklinde de algılanmıştır.
Hz. Ali’nin siyasî kontrolü sağlama konusundaki diğer bir sıkıntısı ise en çok güvendiği gruplar olan Irak Yemenîleri’nin kararsızlıkları ve yönetimi desteklemedeki isteksizlikleridir. Bu isteksizlik zaman zaman Iraklıların en büyük zaafı olarak ortaya çıkmıştır. Genelde Kureyş’in siyasî hâkimiyetine karşı çıkan Güneyli Araplar, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki siyasî mücadelede Hz. Ali’nin yanında yer almakla birlikte, bunu Kureyş’in kendi iç siyasî çekişmenin bir tezahürü kabul ederek, mücadeleye gereği gibi katılmama eğilimi göstermişlerdir ki[72], bu tavır özellikle Irak’taki Yemenîlerin yardımına ihtiyaç duyan Hz. Ali’nin gücünü zayıflatmıştır. Hâlbuki Hz. Ali, onların desteğini almak için Kûfeliler’den bazı şahısları –ki bu şahıslar önceki halifenin katilleri olarak da tanınmışlardı- her türlü eleştiriyi göze alarak önemli görevlere getirmiş, hatta sırf onları memnun edebilmek için kendi prestijinin sarsılması pahasına, gönderdiği valisini geri çekerek onların tercihleri olan Ebû Mûsâ’nın valiliğini onay vermiştir. Fakat bütün bunlara rağmen Iraklıların Hz. Ali’ye karşı tavırlarında olumlu bir tesir göstermemiştir.
Hz. Ali’nin Müslümanların siyasî birliğini temin etmesinde en büyük engel Şam valisi Muaviye b. Ebî Süfyan görünmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla Muaviye, Hz. Osman’ın son dönemindeki olayların halifenin öldürülmesine kadar gideceğini öngörmüş ve stratejisini buna göre tespit etmiştir. Öyle ki, Hz. Osman tarafından tertip edilen son valiler toplantısının ardından halifeyi başkentten alıp Şam’a götürmek istemiş[73], ayrıca Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Ali’nin de bulunduğu bir topluluğu halife hakkında uyarmış ve yüzlerine karşı ona bir zarar gelmesi durumunda Medine’yi atlılarla dolduracağı tehdidinde bulunmuştur.[74]
Muaviye, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Hz. Ali’nin yukarıda özetlenen icraatının tersi bir politika uygulamış, siyasî faaliyetlerinde kendi kabilesi Ümeyyeoğulları’nı geri plâna çekmek suretiyle siyasî hareketinin merkezine daha ziyade Kureyş’i yerleştirmiştir. Onun Hz. Ali’ye karşı gerçekleştirdiği Sıffin savaşında Şam ordusu komutanlarının kabile bağlantıları dikkate alındığında Muaviye’nin bu stratejisi açıkça görülür. Nitekim bu savaşta Şam ordusunun atlı birliklerinin başında Ubeydullah b. Ömer b. Hattâb, piyadelerin yönetiminde Müslim b. Ukbe el-Mürrî, ordunun sağ tarafında Abdullah b. Amr b. el-Âs, sol tarafında Habib b. Mesleme el-Fihrî, merkezde Dahhâk b. Kays el-Fihrî yer almış, sancak ise Abdurrahman b. Halid b. Velid’e teslim edilmiştir.[75] Buna göre Kureyş’i temsilen Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah Adîoğulları’ndan, Abdullah b. Amr Sehmoğulları’ndan, Abdurrahman b. Halid Mahzumoğulları’ndan, Habib ile Dahhâk ise Hâris b. Fihroğulları’ndandır. Bunlara Muaviye ile savaşı birlikte idare eden Sehmli Amr b. el-Âs’ı da ilave etmek gerekir. Ayrıca Sıffin’de Hz. Ali’nin ağabeyi Akîl b. Ebî Tâlib Hâşimoğulları mensubu sıfatıyla Muaviye’nin yanından yer almıştır.[76] Muaviye’nin komutanlarının beşinin de Kureyşli olması tesadüf olamaz. Yine dikkat edilmelidir ki, bu şahıslar içinde Muaviye’den başka Ümeyyeli yoktur.[77] Dolayısıyla gerek Hz. Ali, gerekse Muaviye’nin ordusundaki komutanların kabile bağlantılarını dikkate alarak, Ali-Muaviye mücadelesinin meşru halife ve ona isyan eden bir valinin savaşı kadar, belki Kureyş ile Kureyş hakimiyetine karşı gelenlerin siyasî rekabeti anlamı kazandığını da ileri sürmek yanlış olmaz.[78]
Hz. Ali’ye karşı iktidar mücadelesi başlatın Muaviye politikasında bir taraftan Emevî asabiyetini geri plâna çekip, daha geniş kapsamlı Kureyş asabiyetine ağırlık verirken, diğer taraftan da Kureyş dışında kalan Arap kabilelerine (özellikle Şam Yemenîleri) hareketinde yer vermeyi ihmal etmemiştir. Hanımı Meysun’un kabilesi Kelb’in büyük desteğini alan Muaviye[79] onlara duyduğu güveni göstermek amacıyla Sıffin savaşında Şurahbil b. Sımt el-Kindî, İbnu Zi’l Kelâ el-Himyerî gibi Kahtân asıllıları ordusunda komutan olarak görevlendirmiştir.[80] Ayrıca Ebu’l-Aver es-Sülemî’yi de Sıffin’de öncü birlik komutanlığı görevi vererek Kureyş dışındaki Kuzey Arapları’nın da desteğini almak istemiştir.[81]
Hz. Ali’nin otorite sağlama girişimlerinde karşı karşıya kaldığı ilk siyasî grup Cemel topluluğuydu.  Onların hareketi her şeyden önce halifenin Şam üzerine düzenleyeceği askerî harekâtın gecikmesine sebep olmuştur. Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in liderlik yaptıkları bu gruba Hz. Ali’ye baştan karşı çıkan Ümeyyeliler de katılmışlardır. Muhalifler önce Mekke’de toplanmışlar, daha sonra Hz. Ali’nin Basra valisi Osman b. Huneyf’i şehirden uzaklaştırarak yönetime karşı resmen bayrak açmışlardır.[82]  Irak’taki karışıklığı ortadan kaldırmadan Şam’a geçmenin uygun olmayacağını düşünen Hz. Ali, bu nedenle Medine’den Irak istikametinde harekete geçti.[83] Abdullah b. Selam, halifeye Medine’den ayrılmamasını, aksi halde Müslümanların hakimiyetinin ebediyen Medine’ye dönemeyebileceği ikazında bulunmuşsa da onu ikna edememiştir.[84]
İki grubun en yakın noktada bir araya geldiği esnada Hz. Ali ile Cemel ashâbı arasında yapılan görüşmeler herhangi bir sonuç vermemiş ve her iki taraf savaşa başlamıştır. 15 Cemaziyelahir36/Kasım 656’da meydana gelen, başta Hz. Talha ve Hz. Zübeyr olmak üzere her iki taraftan toplam 10 bin kişinin ölümüne sebep olan[85] Cemel savaşı, o zamana kadar Müslümanların gerçekleştirdikleri ilk büyük iç savaştır. Neticede Hz. Ali Irak-Hicaz bölgesinde kontrolü sağlamıştır. Ancak bu sonuç birbirlerine kılıç çeken insanların artık birlik içinde kalmalarını da zorlaşmıştır. Gerçekten Cemel savaşı Hz. Ali için bir dahilî problemin çözülmesi gibi görünse de, bu hadise esasında daha büyük sorunların ilk habercisi olmuştur.
Hz. Ali, Cemel’den sonra biata yanaşmayan, üstelik kendisi aleyhine halkı kışkırtan Muaviye ile savaşmaktan başka bir çözüm yolu bulamadığı için, daha önce ertelediği Şam seferine karar verdi.[86] Iraklıların Şam üzerine düzenleyecekleri harekâtı haber alan Muaviye de kendisine katılanlarla birlikte savaş hazırlıkları yapmaya başlamıştır. Her iki ordu 36 (656) yılı sonlarına doğru harekete geçerek[87] Sıffin’de[88] karşı karşıya geldi. Savaştan önce yapılan karşılıklı görüşmelerde Hz. Ali Şamlıları itaate davet etti.[89] Ancak görüşmelerden herhangi bir sonuç alınamayınca başlayan çarpışmalar Zilhicce ayı boyunca sürdü.[90] Muharrem ayındaki sulh ortamında Hz. Ali yeniden diyalog başlatmış, ancak Şamlılar, katiller kendilerine verilmedikçe halifenin itaat çağrısına olumlu cevap vermeyeceklerini yinelemişler[91], üstelik katillerin teslimini istemenin ötesine geçerek, yeni halifenin şûrâ ile seçilmesini talep etmişlerdir.[92] Onların dile getirdikleri yeni şartlar, Şamlıların artık Hz. Ali’nin meşruiyetini açıkça tartışmaya başladıklarına ve onun halifeliğini tanımadıklarına işaret eder. Bunun üzerine çarpışmalar yeniden başlamış, Şam tarafının kesin mağlubiyetiyle sonuçlanmak üzereyken Amr b. el-Âs’ın tahkim çağrısıyla mücadele yeni bir boyut kazanmıştır.[93]
Amr b. el-Âs’ın, Şamlıları hezimetten kurtaracak çağrısı gerçekten iyi düşünülmüş politik bir taktiktir. O, Hz. Ali ordusundaki intizamsızlığı görmüş, buna istinaden Irak ordusunu birbirine düşürmeyi plânlamıştır.[94] Gerçekten de Hz. Ali, Sıffin’e sadece kendisine candan bağlı olan Kûfe ve Hicazlılarla gelmemişti. Ordusunda binlerce Basralı vardı ki, bunların bir kısmı ilk baştan halifeye vefa gösterip onun yanında yer alırken, çoğunluğu ise Hz. Talha ve Zübeyr ile birlikte olup halifeye karşı Cemel’de savaşmışlardı. Üçüncü olarak, Cemel savaşında her iki tarafa iştirak etmeyip, daha sonra Irak ordusuna katılan insanlar vardı. Onların asıl gayesi bir an önce savaş ortamından çıkmaktı. Bunun farkında olan Amr’ın başlattığı ayrılık kıvılcımı derhal tesirini göstermiş, Hz. Ali ordusunda savaşın sağladığı birlik kısa sürede parçalanmıştır.
Amr b. el-Âs’ın Iraklıları Kur’ân’ın hakemliğine çağırma tavsiyesi, Hz. Ali’nin askerlerini şüpheye düşürmekte gecikmemiş, ordu içindeki bir grup, yapılan çağrının yerinde olduğunu düşünerek derhal icabet edilmesini istemişler, diğer bir kısmı bunun oyun olduğunu söylemiş[95], ancak çoğunluk savaşı bırakmayı tercih etmiştir.[96] Hatta onlar, halifenin nasihatlerine aldırmadıkları gibi, çağrıyı kabul etmezse ordudan ayrılmak, onu Şamlılara teslim etmek, hatta öldürmekle tehdit etmişlerdir.[97] Hz. Ali onlara “Ben dün emirdim, bugün ise emir edilen durumunda kaldım” diyerek tepki göstermekten başka bir şey yapamamıştır.[98] Bu hadise Hz. Ali’nin Iraklılar üzerindeki kontrolünü kaybetmeye başladığına işaret eder. Nitekim halife, tahkim görüşmelerini katılacak temsilcisini dahi kendisi tespit edememiş, Irak tarafının idaresi fiilen Eş‘as b. Kays’ın eline geçmiştir.[99] Neticede Hz. Ali, tahkimde kendisinin seçmediği, üstelik yakın dönemde görevinden uzaklaştırdığı bir kişi tarafından temsil olunmak zorunda kalmıştır ki, bu şartlarda halife lehine bir sonuç çıkması ihtimali çok düşüktür. Hz. Ali, artık idaresi altındaki insanların emir ve görüşlerini dinlememeleri üzerine iyice bunalmış vaziyette ümitsizliğe düşmüş, bundan sonraki hadiseleri oluruna bırakmış görünmektedir.
Hakemlerin yaptıkları uzun görüşmeler sonucunda Hz. Ali, Irak halkı ve müttefikleri, Muaviye de Şam halkı ve müttefikleri adına alınan kararlara uyacaklarını taahhüt ettikleri bir anlaşma imzaladılar (Safer 37/657).[100] Metnin yazımı sırasında Hz. Ali’nin hukukî konumunu da zedeleyen yeni bir fiilî durum daha ortaya çıktı. Şöyle ki, hazırlanan metinde “Mü’minlerin emiri Ali” ifadesinin yer almasına Şam tarafı itiraz etmiş, Hz. Ali de bu tabirin metinden çıkarılmasına itiraz etmiştir. Çünkü böyle bir adım, onun halifeliğinden şüphe duyuluyor intibaı verecekti. Nitekim yakın komutanlarında Ahnef b. Kays, bu sıfatı metinden silmemesi gerektiğini, aksi hâlde bu sıfatın bir daha kendisine dönmesinin mümkün olmayacağını ifadeyle halifeyi uyarmıştır. Fakat yine halifenin taraftarlarından Eş‘as b. Kays’ın aşırı ısrarları karşısında Hz. Ali durumunu tartışmalı hale getiren bu isteğe razı olmuş ve “müminlerin emiri” tabirini metinden silmiştir ki, bu adım Hz. Ali’nin taraflı tarafsız halk nazarındaki konumuna büyük zarar vermiştir.[101] 
Tahkimname sonunda Muaviye halifeye isyan eden bir vali olmaktan konumundan çıkarak yönetim tarafından resmen tanınan bir siyasî rakip haline gelmiş, kısacası mücadelesini hukukîleştirmiş, buna karşılık Hz. Ali’nin Müslümanların halifesi olduğu hususu şüpheli hale getirilmiştir. Üstelik anlaşmadan sonra Iraklılar derin görüş ayrılığına düşmüşler, bir kısmı yapılan anlaşmayı olumlu karşılarken, diğerleri ise tahkimle dinden sapmış olduklarını dile getirmeye başlamışlardır[102]ki, bu gelişme Hz. Ali’yi yeni bir dahilî problemle karşı karşıya bırakmıştır. Nitekim, halife Irak’a dönülmesinin akabinde ordusu içinde meydana gelen ihtilâflarla uğraşmak zorunda kalmış, onun Sıffin’e giderken sağladığı görece birlik içinde derin parçalanmalar yaşanmaya başlamıştır. O kadar ki, Irak ordusundan on iki bin kişi yönetime isyan edip ayrılarak Harûra denilen bölgeye çekilmişlerdir. Daha sonra Haricîler adını alacak bu ayrılıkçı grubun ilk temsilcileri olan Harûrîler, Hz. Ali’nin Irak’ta birliği tekrar sağlama teşebbüslerinin önündeki en büyük engel olmuşlardır.[103] Bundan sonra halife Şam tarafını kendi haline bırakıp, dahilî isyanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır.[104] İlginç bir şekilde Hz. Ali’nin ülkedeki birliği sağlamak için desteklerini beklediği Kûfe ve Basralı bu ayrılıkçı gruplar, zamanla onun şahsının ve iktidarının en büyük ve yakın tehdidi haline gelmeye başlamışlardır.
Tahkimname gereği hakemler bir yıl sonra Ezruh’ta toplanmışlar[105], görüşmeler neticesinde Şam tarafının temsilcisi Amr b. el-Âs, muhatabı Ebû Mûsâ’yı, Hz. Ali’nin azledilmesine ikna etmiştir.[106]  İkinci olarak onlar, Hz. Ali ve Muaviye’yi halifelikten uzaklaştırmışlar ve ümmetin, idarecilerini şûrâ ile seçmesine karar verdiklerini ilân etme hususunda anlaşmışlardır. Ancak rivayetlerin çoğuna göre Ebû Mûsâ’nın her iki adayın da halifelikten uzaklaştırıldıklarını duyurmasından sonra muhatabı olan Amr, kendisinin de Ebû Mûsâ gibi düşündüğünü, ancak Muaviye’yi hilâfete getirdiğini bildirmiştir.[107] Görüldüğü kadarıyla Hakem olayı Hz. Ali’nin hilâfeti kaybetme, Muaviye’nin de onun yerini alma hareketinin en mühim aşaması olmuştur. Amr’ın tek taraflı kararı neticesinde Şamlılar Muaviye’ye halife olarak biat ederlerken[108] hakemlerin kendisine haksızlık yaptığını düşünen Hz. Ali, yeniden asker toplayıp Şamlıları itaat altına almaya karar vermiş, ancak bu defa da onun Şam seferini yeniden başlatmasını kendi bölgesinden çıkan Haricîler engel olmuşlardır. Halife vefatına kadar iç karışıklıklarla meşgul olması sebebiyle Şam’a yürümeye bir daha fırsat bulamamıştır. Hz. Ali’nin yeni hedefi Hâricîleri itaat altına alma şeklinde daha da küçülürken, Muaviye Şam’dan sonra Mısır’ı ele geçirmek ve nihayet halifeliğe uzanmak gibi daha büyük hedefler peşinde koşmaya başlamıştır. 
Hakem olayından sonra artık hücum sırası Muaviye’ye, savunma sırası Hz. Ali’ye geçmiştir. Nitekim kısa süre sonra Muaviye, Amr b. el-Âs vasıtasıyla Mısır’a ele geçirerek Hz. Ali yönetimine büyük bir darbe vurmuş, onun ülkenin batıdaki en büyük idarî merkezini ele geçirmiş, halife Şamlıların saldırısına karşı koyabilmek için buraya askerî birliği dahi zamanında ulaştıramamıştır.[109] Bu hadise, Hz. Ali’nin siyaseten tükenişinin ilânından başka bir şey değildir. Zaten kısa süre halife Hâricîlerin suikastı sonucunda şehit edilmiştir.[110]

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Tarihi kaynaklar, Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonra hilâfet meselesinde Müslümanların  üç gruba ayrıldıklarını rivayet ederler ki, bunlar Hz. Ebû Bekir’in hilâfetini tereddütsüz destekleyen Muhâcirler, Benî Sâide Çardağı’nda Sa‘d b. Ubâde’yi halifeliğe getirmek için bir araya gelen Ensâr ve hilafetin asıl kendilerinin hakkı olduğuna inanan Hâşimoğullarıdır. Bu grubun adayı Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir’e ilk aşamada biat etmemiş, bununla birlikte yönetim aleyhine de herhangi bir hareketin içinde olmamıştır.
Gerek Hz. Ebû Bekir, gerekse Hz. Ömer dönemleri Hz. Ali için siyasî inziva safhasıdır. Bu süreçte Hz. Ali, halifelerin istişare heyetinin bir üyesi olarak özellikle dinî-fıkhî konularda onlara danışmanlık yapmıştır. Genelde Hâşimîler, özelde de Hz. Ali’nin siyaset dışında kalmasında, ilk iki halifenin yönetimde Hâşimîler ve Ensâr’ı bilinçli olarak uzak tutmalarının önemli derecede rol oynadığı da unutulmamalıdır. Hz. Ali için hilafet yolu Hz. Ömer tarafından halife adayı gösterilmesiyle açılmış, ancak göreve Hz. Osman’ın getirilmesiyle bu ihtimal gerçekleşmemiştir. Emevî-Hâşimî rekabetinin yeniden canlandığı Hz. Osman döneminde Hz. Ali, ister istemez muhalefet lideri olarak görülmüş, bu sebeple yönetim aleyhine gerçekleşen hadiselerde adı sık sık kullanılmıştır. Ancak buna rağmen Hz. Ali, hiçbir zaman yönetime karşı gerçekleştirilen faaliyetlere katılmamış, bu hususta kendisine yapılan teklif ve telkinlere hiçbir şekilde itibar etmemiştir. Hatta halife Hz. Osman’ın özel talebiyle muhaliflerle ile yönetim arasındaki problemlerin çözümünde arabuluculukta bulunmuş, idareye karşı gerçekleştirilen isyan girişimini önleme gayreti içinde olmuştur. Ancak Hz. Ali’nin tüm iyi niyetli girişimlerine rağmen Ümeyyeliler olayların bütün sorumluluğunu Hz. Ali’nin üstüne yıkmaya çalışmışlardır.
Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra halife olan Hz. Ali, başlangıçta büyük bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Önceki idarenin bütün mensuplarının yanı sıra, gerek Muhâcir, gerekser Ensâr’dan bazı ileri gelen Müslümanlar biat etmemişler, ardından Hz. Aişe başta olmak üzere Hz. Talha ve Hz. Zübeyr de kendisine karşı çıkmışlardır. Bu şekilde halife, göreve başladığının ilk günlerinde önemli oranda kamuoyu desteğinden mahrum kalmıştır. Bunu telafi amacıyla bir taraftan Basra’da toplanan Cemel Ashâbı, diğer taraftan da Muaviye liderliğindeki Şamlıları itaat almak isteyen halife, attığı her adımda taban meşruiyetini artırmak bir yana sürekli olarak destek kaybına uğramıştır. Önce başkent Medine’yi terk ettiği için ashâb ileri gelenlerinin yakın yardımını kaybeden halife, Irak’ta da umduğunu bulamamıştır. Zira Irak topluluğunu oluşturan Kûfe ve Basralılar kendi aralarında savaşmak suretiyle eyalet birliği ruhuna zarar vermişlerdir. Halifenin Cemel savaşı sonunda sağladığı şeklî bütünlük Sıffin savaşında Amr b. el-Âs’ın tahkim taktiğiyle kısa sürede dağılmış ve Iraklılar yeniden birbirlerine düşmüşlerdir. Tahkim hadisesinden itibaren Iraklılar üzerindeki kontrolü kaybetmeye başlayan Hz. Ali için siyasî çöküş daha da hızlanmış, Hakem olayı neticesinde Muaviye Şam’da yeni halife olarak selamlanırken, halife Haricîlerin neden olduğu iç çekişmelerle boğuşmak zorunda kaldığı için bir daha Şam üzerine sefer düzenleme imkânı bulamamıştır.
Hz. Ali’nin yönetimdeki en büyük şansızlıklarından birisi de sağlıklı şûrâ sistemi kurma imkanı bulamamış olmasıdır. Daha önce Hz. Ömer, siyasî, askerî, dinî vs. meseleler hakkında görüşmeler yapmak amacıyla ashâb ileri gelenlerinin dahil oldukları şûrâ sayesinde hem en doğru kararların alınması imkânını elde etmiş, hem de kararların toplumsal meşruiyetini temin etmiştir. Netice olarak Müslüman ileri gelenlerinin görüşlerine diğer Müslümanlar tabi olmuşlar, sonuçta yönetim en geniş haliyle kamuoyu desteği kazanmıştır. Hz. Ali ise böyle bir şahsa sahip olamamıştır. Çünkü ashâb önderlerinden bazıları şûrâ heyetine dahil olmak bir yana, onu halife olarak kabul dahi etmemişler, onlardan Sa‘d b. Ebî Vakkâs biat etmemiş, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ise Basra’yı ele geçirmek suretiyle ona siyasî rakip haline gelmişlerdir. Şûrâ teşkil edilmeyince de Hz. Ali’nin plânlı ve organize bir politika takip etme imkânı ortadan kalkmıştır.
Burada şu hususu da dile getirmek gerekir ki, Hz. Ali’nin özellikle bir danışma heyeti oluşturma ihtiyacı hissettiği de tartışmalıdır. Çünkü olaylar incelendiğinde onun, doğru bildiği konuda kendisinin karar verdiği ve insanlardan buna tereddütsüz uymalarını beklediği görülür. Halife herhangi bir uygulamasının başlangıcında insanları ikna etmek, kamuoyunu bilgilendirmek ve onların desteklerini kazanmak için gayret gösterme ihtiyacı hissetmemiş görünmektedir. Nitekim onun siyasî konularda yaptığı fikir alış-verişleri, plânsız, anlık yapılmış; görüşmeler halifenin inisiyatifinde, onun teklifiyle değil, muhataplarının teklif ve yönlendirmesiyle gerçekleşmiştir. (Cerîr b. Abdullah el-Becelî’nin halife elçisi olarak kendisinin Muaviye’ye gönderilmesi teklifi, Eş‘as b. Kays’ın tahkim çağrısından neyin hedeflendiğini öğrenmek için Muaviye’nin yanına gitme isteği, Muhammed b. Ebî Bekir’in Mısır’a vali tayin edilmesi teklifi vs).  Tabiatıyla bu tür müzakerelerden beklenen sonucu almak ancak tesadüflere bağlıdır. Halbuki siyasî rakibi Muaviye, Hz. Osman’ın öldürülmesi öncesinden itibaren plânlı bir siyaset takip etmiş, her adımda yeni stratejiler uygulayarak Hz. Ali’yi mücadelede zor durumda bırakmıştır. O, bir taraftan Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ın öldürülmesiyle ilişkilendirirken, diğer taraftan kendisini maktul halifenin velisi ilân etmiştir. Ayrıca hem Şamlıları Hz. Ali’ye karşı kışkırtmış, hem de Hicazlılara ve Iraklılara niyetinin hilafet değil, Hz. Osman’nın katillerini cezalandırmak olduğunu bildiren mektuplar göndererek onlardan destek istemiştir. Bu şekilde Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı psikolojik savaş stratejisinin her çeşidini kullandığı açıkça görülür. Dolayısıyla Hz. Ali, şahıs merkezli ve tek yönlü bir siyaset takip ederken, Muaviye’nin kolektif akla dayalı, alternatif açılımları bulunan çok yönlü bir politika ile hareket ettiği söylenebilir. Hz. Ali, taraftarlarından hak yolda olduklarına inanmalarını, şahsına güvenmelerini/kendisine teslim olmalarını ve peşinden gelmelerini istemiş; buna karşılık Muaviye ise insanları etrafına toplamanın her türlü yolunu (para/makam/nesep) kullanarak insanları kendi halifeliğine ikna etmeye çalışmıştır. Özetle Hz. Ali’nin sadece ahlâkî değerler üzerine kurulu siyaset takip etmeye çalışırken, Muaviye’nin ise zamanın şartlarını dikkate alan pragmatist bir politika izlediği ileri sürülebilir.
Hz. Peygamber (sav) zamanında insanlar herhangi bir meselede Allah Rasûlü’nün kararını öğreniyorlar ve tereddütsüz ona tabi oluyorlardı. Dolayısıyla siyasî, askerî, iktisadî kararlarda inancın/vahyin belirleyiciliği en üst seviyedeydi. Onun vefatından sonra Hz. Ebû Bekir ve özellikle Hz. Ömer, inanç ve teslimiyet siyaseti, yerine dünyevî/insanî/aklî siyaseti tercih etmişler ve yönetimlerinin meşruiyetini sırf inanca değil, halka/kamuoyuna dayandırmaya çalışmışlardır. Nitekim Hz. Ömer, kendisine Halifetü Rasûillah yerine, daha dünyevî bir anlam taşıyan Emirü’l-Müminîn denilmesini istemiştir. Hz. Ali’nin bu iki siyasetten ilkini yani Hz. Peygamber’in (sav) tarzını uygulamaya çalıştığı görülür. Ancak o ne bir peygamberdir, ne de onun muhatapları peygamberin muhataplarıdır. Zaman değişmiş ve bu şartlarda insanları yönetmenin/harekete geçirmenin enstrümanları farklılaşmıştır. Bu nedenle Hz. Ali’nin, zamanının değil, kendisinden önceki dönemin kurallarına göre devlet yönetmeye çalıştığı, kısacası zamanın ruhunu okuyamadığı, bunun sonucu olarak da siyasî anakronizme (çağa uyamama) düştüğü söylenebilir. Tabiatıyla zamanının siyasî, içtimaî, dinî şartlarına uygun siyaset takip edemeyen Hz. Ali hilafeti boyunca yönetimde istediği neticeleri elde edememiştir.






[1]      Fığlalı, E. Ruhi, “Ali”, DİA, II, 371.
[2]      Kandemir, M. Yaşar, “Ali”, DİA, II, 375.
[3]      Zorlu, Cem, İslâm’da İlk İktidar Mücadelesi, Konya 2002, s. 80-81.
[4]      İbn Hişam, es-Sîre, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhafîz Şelebî), Beyrut ts. I-IV, IV, 310; İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts.  II, 269.
[5]      İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyase, (thk. Tâhâ Muhammed Zeynî), I-II, I, 18; Belâzürî, Ensâb, I (thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem 1963, s. 582. Halifeliğin asıl Hâşimîlerin hakkı olduğu hususu daha önce bu aile ileri gelenleri arasında değerlendirilmiştir. Nitekim  Hz. Peygamber’in (sav) vefatından önce Abbas, gelecekte idarenin kimin elinde olacağını Allah Rasûlü’ne (sav) sorması için Hz. Ali’ye tavsiyede bulununca, ondan “Vallahi biz bunu Rasûlüllah’a sorarsak, o da bizi bundan men edecek olursa, artık ondan sonra halk bu işi bize hiç vermez” cevabını almıştır. (İbn Hişam, es-Sîre, IV, 304; İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 245; Belâzürî, Ensâb, I, 565). Aynı şekilde kaynaklarımız, Hz. Peygamber’in (sav) vefatının ardından Abbas’ın, Hz. Ali’ye “Ey Ali, gel ben ve buradakiler sana biat edelim. İnisiyatif bizde iken bu işi yaparsak hiç kimse buna karşı çıkamaz” dediğini, buna karşılık Hz. Ali’nin de “Biri mi var, bizim dışımızda birileri buna tamah eder mi?” şeklinde mukabele ettiğini zikrederler. (İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 246; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 12; Belâzürî, Ensâb, I, 583).
[6]      Bu rivayetler ve değerlendirmeleri hakkında geniş bilgi için bk. Zorlu, Cem, İktidar Mücadelesi, s.184-245.
[7]      Ya‘kûbî, Tarih, I-II, Beyrut 1960, II, 126.
[8]      Belâzürî, Ensâb, I, 588; Ya‘kûbî, Tarih, II, 126.
[9]      Fığlalı, E. Ruhi, “Ali”, DİA, II, 372.
[10]              Bu konuda bk. Bakır, Abdülhalik “Hz. Ali-Hz. Ömer Dialoğu ve Şura Meselesi”, Din Öğretimi Dergisi, sy. 29, Ankara 1991, s. 65-69; Fığlalı, E. Ruhi, “Ali”, DİA, II, 372.
[11]    Taberî, Tarih, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts., (Dâru’s-Süveydân), IV, 232.
[12]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 61; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 28.
[13]    Belâzürî, Ensâb, I, 586; Taberî, Tarih, IV, 229-230; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, I-IX, Beyrut 1986, III, 35-36. Abbas, bir yandan halifeliği elde etmesi için Hz. Ali’ye teşvikte bulunurken, diğer yandan da ölüm döşeğindeki Hz. Ömer'e gelerek, halife namzetleri içerisinde en kuvvetli iki aday olan Hz. Ali ve Hz. Osman hakkındaki kanaatini öğrenmek istemiştir.  Halife, "Ali bu işin ehlidir. Fakat mizacında biraz mizaha meyil vardır ve benden sonra o, ümmeti muhakkak tarik-i Hakk'a sevk edecektir" cevabını vermiş, Hz. Osman hakkındaki fikri sorulduğunda ise, onun bir hayli yumuşak huylu olduğunu, eğer onu istihlâf ederse Ebû Muaytoğulları'nı insanların başına belâ edebileceğini, Allah'ın malını onlara verebileceğini söylemiştir. (Ya'kûbî, Tarih, II, 158; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 35).
[14]    İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 31; Ya‘kûbî, Tarih, II, 162; Taberî, Tarih, IV, 232-233, 238.
[15]    Ömer Ferruh, Tarihu Sadri’l-İslâm, Beyrut 1976, s. 112.
[16]    Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, (thk. Abdullah Enis et-Tübbâ-Ömer Enis et-Tübbâ), Beyrut 1987, s. 314; Ya‘kûbî, Tarih, II, 164; Taberî, Tarih, IV, 256-257; Kindî, Kitabü’l-Vulât, (thk. Rhuvan Gueset), Beyrut ts., (Müessesetü Kurtuba), s. 10.
[17]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, V, 44-45; Taberî, Tarih, IV, 264; İbn Abdilberr, el-İstî‘âb, I-IV, Kahire ts.III, 951.
[18]    İbn Kuteybe, el-İmâme, 37; Ya‘kûbî, Tarih, II, 164-165.
[19]    Taberî, Tarih, IV, 289; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 58, III, 7-8.
[20]    Hz. Osman yönetimi hakkındaki şikayet konuları hakkında bk. Apak, Adem, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İstanbul 2003, s. 135-152.
[21]    Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, (thk. SDF Goitien,), Jerusalem 1936, V, 57.
[22]    Fığlalı, E. Ruhi, “Ali”, DİA, II, 372.
[23]    Ya'kûbî'de halife ile Ebû Zerr arasında şöyle bir konuşmanın geçtiği rivayet edilir: Hz. Osman ona "Sen, Rasûlüllah'tan (sav) (Benî Ümeyye üç kişiye ulaştığında, Allah'ın beldelerini kendine devlet, Allah'ın kullarını köle ve Allah'ın dinini oyuncak edinirler) şeklinde bir hadis rivayet ediyormuşsun, doğru mu ?" diye sorduğunda, evet cevabı aldı.  Halife daha sonra Hz. Ali'yi çağırarak, kendisinin böyle bir hadis duyup duymadığını sordu. Hz. Ali de, Hz. Peygamber'in (sav) "Yeşillikler, Ebû Zerr'den daha doğru sözlü  bir kişiyi gölgelememiştir. Yeryüzü Ebû Zerr'den daha doğru sözlü bir kişiyi üstünde taşımamıştır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 163) şeklindeki hadisini hatırlatarak, dolaylı bir şekilde onun sözünün doğruluğuna şahitlik etmiştir. (Ya'kûbî, Tarih,II, 172). Yakûbî’de geçen bu rivayetin, Hz. Ali'ye atfedilen ve Ebû Zerr hakkında söylenen kısım, İbn Kesîr tarafından zayıf  kabul edilmiştir. (bk. İbn Kesîr, el-Bidâye,I-XIV, Beyrut-Riyad ts., VII, 165). 
[24]    Ya'kûbî, Tarih, II, 172; Mes'ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, (thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), I-IV, Mısır 1964, II, 350-351.     
[25]    Nitekim kaynaklarımız onlar arasında şöyle bir diyalog aktarırlar: Halife, "Ey Ali, sen benim yerimde olsaydın, ben sana böyle bir serzenişte bulunmaz, seni kınamazdım. Muğire'yi Ömer tayin etmişti. Ben İbn Âmir'i vali tayin ettim diye niye beni kınıyorsun?" dediğinde Hz. Ali, "Ömer valilerini sürekli kontrol altında tutar, hata yaptıklarında onları en ağır şekilde cezalandırırdı. Fakat sen bunu yapmıyorsun. Akrabalarına da yumuşak davranıyorsu” cevabını vermiştir. Halife, Muaviye'nin Hz. Ömer tarafından tayin edildiğini, kendisinin de onu görevde tuttuğunu söyleyince, Hz. Ali de "Muaviye'nin, Hz. Ömer'in kölesi Yerfe'den daha çok Ömer'den korktuğunu bilmiyor musun? Fakat Muaviye bugün sana danışmadan bir sürü şeyler çeviriyor, ve (Osman böyle emretti) diye konuşup dururken sen onu engellemiyorsun” şeklinde mukabele etmiştir. (Taberî, Tarih, IV, 336-338; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 75-76; İbn Kesîr, el-Bidâye,VII, 169). Onun bu ikazına ikazına rağmen Hz. Osman mescide giderek halka şöyle hitap etmekten geri durmamıştır: "Allah'a yemin olsun ki, İbn Hattâb'ı kınamadığınız hususlarda beni kınıyorsunuz. O size ayağıyla tekme vurur, eliyle tokat atar ve diliyle  gerekeni söylerdi de, siz sesinizi çıkarmazdınız. Ama ben  yumuşak davrandım. Elimi ve dilimi sizden uzak tuttum. Allah'a yemin olsun ki, taraftarlarımın sayısı sizden daha çoktur. Adamlarımı çağırırsam onlar hemen gelirler. Bu nedenle bana dil uzatmayın ve valilerimi ta'n etmeyin". (İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 132;  Taberî, Tarih, IV, 338-339; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 77). 
[26]    Taberî, Tarih, IV, 332-336; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 74.
[27]    Suyûtî, Tarîhu'l-Hulefâ, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), Kahire 1975, s. 174.
[28]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 65.
[29]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 71;  Taberî, Tarih, IV, 349; Mes'ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II; 353.
[30]    Taberî, Tarih, IV, 350;   İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 80.
[31]    İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 195.
[32]    Taberî, Tarih, IV, 358. Bu konuda halifenin Muhammed b. Mesleme'ye ricada bulunduğu şeklinde de bir rivayet vardır. bk. (İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 65), Başka bir rivayette de, Hz. Ali ve Muhammed b. Mesleme isyancılarla birlikte görüşmüşlerdir. (Taberî, Tarih, IV, 373;  İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 84-85, 114). Rivayetler birleştirildiğinde yapılan görüşmelerde her ikisinin de hazır bulunduğunu söylemek mümkündür.
[33]    Taberî, Tarih, IV, 358; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 82-83.
[34]    Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, V, 67.
[35]    Taberî, Tarih, IV, 359; Mes'ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 353.
[36]    Ya'kûbî, Tarih, II, 175;  Taberî, Tarih, IV, 374.
[37]    İbn Sa‘d, et-Tabakât III, 65; Mes'ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 353.
[38]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 65; İbn Kuteybe, Kitâbü’l-Meârif s. 84, el- İmâme, I, 42.
[39]    Taberî, Tarih, IV, 375-376; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 85.
[40]    Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, V, 90; Taberî, Tarih, IV, 376-377; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 85.
[41]    Taberî, Tarih, IV, 364-365.
[42]    Hadiselerin sorumluluğunu Hz. Ali’ye ve ashâb önderlerine yıkma işi Emevîlerin organize bir faaliyetine benziyor. Nitekim Halifeyi Şam'a götürmeye razı edemeyen Muaviye, Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'in de hazır bulunduğu Muhacirûn'un yanına giderek tehdit kokan şu sözlerle onları uyarmıştır: "Ey sahâbe topluluğu, bu ihtiyar hakkında size hayır tavsiye ederim. Eğer o sizin aranızda öldürülürse, Allah'a yemin olsun ki, burayı size karşı atlılarla doldururum." (İbn Şebbe, Tarihu Medineti’l-Münevvere, (thk. Fehim Muhammed Şeltut), I-IV, ? ts, III, 1093-1094; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 33). "Şayet sizden ona bir zarar gelirse, sonuçta bu durum sizin için bir felâket olur". Hz. Ali, Muaviye'ye karşı çıkarak onunla tartışmış,  Hz. Zübeyr de, bu sözlerden endişe duyduğunu ifade etmiştir. (Taberî, Tarih, IV, 344-345; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 79). Muaviye'nin, ashâbın ileri gelenlerine karşı sarfettiği bu sözler, onun daha o zamandan kendisini halifenin hamisi ilân ettiğini gösterir. Onun tehdidi, Şam'ın hilâfet merkezi olan Medine'ye karşı ağırlığını hissettirmeye başladığına da işaret eder. Bu andan itibaren başta Muaviye olmak üzere Ümeyyeoğulları doğması muhtemel bir idarî boşluğu doldurmaya hazır duruma gelmişlerdir. (Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan, Ankara 1990, s. 115).
[43]    Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, V, 99; Sarıçam, Emevî-Hâşimi İlişkileri, Ankara 1997, s. 242.
[44]    İbn Âsem, Futûh, I-IV, Beyrut 1986, I, 421.
[45]    Nitekim bir gün Mervan halifenin evini kuşatmış olanlara  hakaret etmiş ve "Çıkınız, gidiniz. Allah'a yemin ederim ki, bize saldıracak olursanız, bizden hoşlanmayacağınız şeyler görürsünüz. Vallahi biz şu anda elimizde bulundurduğumuz idareyi kimseye kaptırmayacağız" şeklinde tehditler savurmuştur. (Taberî, Tarih, IV, 362; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 173-174). Onun yaptıkları kendisine ulaşınca Hz. Ali, halifeye yaptığı tavsiyelerin işe yaramadığını görerek "Ey Allah'ın kulları! Görüyorsunuz ben evimde oturup bu işlerden uzak kaldığım zaman halife gelir (Beni yalnız bıraktın, terkettin. Nerede akrabalığımız, hani hukukumuz) der. Ben onun işleriyle ilgilenip ona tavsiyelerde bulunduğum zaman, Mervan gelir, onunla oynar ve onu istediği yola çevirir" şeklinde halka şikâyette bulunmuştur. (Taberî, Tarih, IV, 363-364; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 83).
[46]    Taberî, Tarih, IV, 362-363, İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 83; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 173.
[47]    Ya'kûbî, Tarih, II, 176; İbn Kesîr, el-Bidâye,VII, 190.
[48]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 73 ; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 45;  Ya'kûbî, Tarih, II, 176; Taberî, Tarih, IV, 391-393; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 90.
[49]    İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 46-47; Taberî, Tarih, IV, 428-429.
[50]    Taberî, Tarih, IV, 429-432.
[51]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 156; Taberî, Tarih, IV, 438-439, 440-441.
[52]    Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul 2002, s. 65.
[53]    Seyf b. Ömer, el-Fitne ve Vak‘atü Cemel, (thk. Ahmed Ratib Armus), Beyrut 1993, s. 100; Taberî, Tarih, IV, 442.
[54]    Seyf b. Ömer, el-Fitne, s. 100; Ya‘kûbî, Tarih, II, 179; Taberî, Tarih, IV, 442.
[55]    İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 177.
[56]    Taberî, Tarih, IV, 499.
[57]    Taberî, Tarih, V, 139, 156; İbnü'l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî M‘arifeti’s-Sahâbe, (thk. Muhammed İbrahim-Muhammed Ahmed Aşur), I-VII, ? 1970 (Kitabü’ş-Şi‘b), I, 254; İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-IV, Mısır 1328, I, 405.
[58]    Taberî, Tarih, IV, 442, 546-549; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 177.
[59]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 181.
[60]    Seyf b. Ömer, el-Fitne, s. 100.
[61]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 179; Taberî, Tarih, IV, 442-443; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 230.
[62]    Minkarî, Vak‘atü Sıffin, (thk. Abdüsselam Muhammed Harun), Beyrut 1990, s. 12; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 177.
[63]    Taberî, Tarih, V, 96-97; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 178; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 253.
[64]    Taberî, Tarih, IV, 543; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 177.
[65]    Seyf b. Ömer, el-Fitne, s. 101; Ya‘kûbî, Tarih, II, 179; Taberî, Tarih, IV, 442.
[66]    Seyf b. Ömer, s. 119; Ya‘kûbî, Tarih, II, 179; Taberî, Tarih, IV, 455.
[67]    Taberî, Tarih, IV, 455; İbnü'l-Esîr, Üsd, I, 253.
[68]    Taberî, Tarih, IV, 553; Kindî, Vulât, s. 21-22; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 138-139; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 253; Makrîzî, Hıtat, I-II, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), I, 300; İbn Tagriberdî, en-Nücûmü’z-Zâhire, I-XXII, Kahire 1929, I, 132.
[69]    Minkarî, Vak‘atü Sıffin, s. 195, 205; Ya‘kûbî, Tarih, II, 179; Taberî, Tarih, IV, 488, 553, 566, 570-573.
[70]    Nitekim savaş esnasında Kureyş  ileri gelenlerinden sadece beş kişi Irak tarafında yer alırken, Muaviye ise Kureyş’in 13 koluna mensup şahısları ordusu içinde görevlendirmiştir. Nass, İhsan, el-Asabiyye, Beyrut 1964, s. 222.
[71]    Minkarî, Vak‘atü Sıffin, s. 206; Taberî, Tarih, IV, 566, V, 11, 12-13; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 150.
[72]    Taberî, Tarih, IV, 483-484.
[73]    Taberî, Tarih, IV, 345; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 79; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 169.
[74]    İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 33; İbn Şebbe, Kitabu Tarihi’l-Medineti’l-Münevvere, III, 1053-1094; Taberî, Tarih, IV, 344-345; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 79.
[75]    Minkarî, Vak‘atü Sıffin, s. 84, 206-207, 426;Taberî, Tarih, I, 574, V, 11-12, 26, 523.
[76]    İbn Abdilberr, el-İstî‘âb, III, 1079.
[77]    Savaşta yer alan Velid b. Ukbe, Abdullah b. Sa‘d (ki onun savaşa katıldığı hususu da ihtilâflıdır) gibi eski bürokratlar, komutanlık üstlenmemişler, çarpışmalarda sıradan asker olarak yer almışlardır. (Taberî, Tarih, IV, 572, V, 13).
[78]    Demircan, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası,  s. 124-125.
[79]    Aycan, İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 143.
[80]    Minkarî, Vak‘atü Sıffin, s. 206-207, 213; Taberî, Tarih, IV, 574; V, 11-12.
[81]    Taberî, Tarih, IV, 266-267.
[82]    Taberi, Tarih, IV, 466.
[83]    Taberi, Tarih, IV, 478.
[84]    İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 114.
[85]    Taberi, Tarih, IV, 467.
[86]    İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 104-105; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 230
[87]    Taberî, Tarih, IV, 563; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 142; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 256.
[88]    Sıffin: Rakka ile Balis yerleşim merkezleri arasında ve Fırat nehri kenarında yer alan geniş bir arazidir. (Yakut el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, III, 414-415).
[89]    Taberî, Tarih, IV, 573-574; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 146; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 257.                               
[90]    İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, (thk. Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1992, V, 104.
[91]    Taberî, Tarih, V, 5-6; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 146; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 258-259.
[92]    Taberî, Tarih, V, 7-8; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 148-149; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 259.
[93]    Minkarî, Vak‘atü Sıffin, s. 481; İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 31-32; İbn Âsem, Futûh, II, 179; Taberî, Tarih, V, 48; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 120-121; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III,160-161; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 273.
[94]    Hasan, Hasan İbrahim, Tarihu Amr b. el-Âs, Mısır 1996, s. 247.
[95]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, IV, 255-256; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 106; İbn Abdirabbih, el-Ikdu’l-Ferîd, IV, 346
[96]    Minkarî, Vak‘atu Sıffin, s. 489; Ya‘kûbî, Tarih, II, 188-189; Taberî, Tarih, V, 48-49; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 401; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1992, V, 121; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III,161; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 273-274.
[97]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 188-189; Taberî, Tarih, V, 49; İbn Âsem, Futûh, II, 180-183; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 161.
[98]    Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 400.
[99]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 189; Taberî, Tarih, V, 51; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 122; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 402.
[100]   Minkarî, Vak‘atu Sıffin, s. 511; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 114-115; Ya‘kûbî, Tarih, II, 189-190; Taberî, Tarih, V, 52-54; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 403; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 122-123; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 162-163; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 277-278.
[101]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 189; Taberî, Tarih, V, 5; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 122; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 162.
[102]   Tâhâ Huseyn, el-Fitnetü’l-Kübrâ, I-II, Mısır 1948-1953, II, 86.
[103]   Bağdâdî, Abdülkahir b. Tahir b. Süleyman, el-Fark Beyne’l-Fırak, Kahire ts., s. 72-94.
[104]   Taberî Tarih, V, 57, 63; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 405-406; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 124; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 165-166; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 279.
[105]   Minkarî, Vak‘atu Sıffin, s. 549, 551; Taberî, Tarih, V, 58, 67.
[106]   Hasan, Hasan İbrahim, Tarihu Amr b. el-Âs, s. 255-257, 260
[107]   Bu konuda farklı bilgi ve değerlendirmeler için bk. Apak, Adem, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, s. 168-187.
[108]   Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 412.
[109]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 193-194; Taberî, Tarih, V, 96-109; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 178-181.
[110]   İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 138; Taberî, Tarih, V, 143; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 426; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 176; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 194.

2 yorum:

  1. Gerçekten çok güzel ve faydalı bir çalışma olmuş

    YanıtlaSil
  2. Taraf tutar gibi anlatılmış

    YanıtlaSil

Yazarlar