27 Haziran 2017 Salı

Tarihten Bugüne İman-Amel Uyuşmazlığı Meselesi

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Barca
İslam tarihi göz önüne getirildiğinde iman-amel uyuşmazlığı bağlamında altı grup insan karşımıza çıkmaktadır.

Birinci grup Münafıklar: Münafıklar için, aslında bir iman-amel uyuşmazlığından söz edilemez. Çünkü onlar diğer Müslümanların iman ettiklerine hiçbir zaman iman etmemişlerdi, amelleri de sözü edilen inanmama doğrultusundaki inançlarıyla tutarlıydı.
İkinci Grup Mecbur Bırakılan Müslümanlar: Müslüman kimselere imanlarına aykırı sayılabilecek eylem ve sözler başkaları tarafından cebren yaptırılmış ve söyletilmişse, onlarda iman ve amel uyuşmazlığı olduğu söylenemez.  
Üçüncü Grup Mazurlar: Kalemin kendisinden kaldırıldığı kimselerin yapıp ettikleri iman-amel uyuşmazlığı sayılmaz. Mecnunlar, baygınlar ve onlar gibi kabul edilebilecek olanlar bu kapsamda düşünülebilir.
Dördüncü Grup Müslüman Sorumlular ve Erk Sahipleri: Zahiren imana ters gibi görünen ancak siyaset gereği yapılan bazı uygulamalar Müslüman sahipleri için bir iman-amel uyuşmazlığı sayılamaz. Zira onlar imanın, siyaset gereği yapılacak olan -bu zülüm olsun olmasın- şeylere bir alan bırakmış olduğuna iman etmişlerdi. Daha büyük bir fitne çıkmasın, devletin ve/veya saltanatın bekası için tarih boyunca yapılmış zalimane icraatlar veya İslami hükümlerin askıya alınması veya hafifletilip ağırlaştırılması buna örnek olarak verilebilir. Hz. Osman’ın Ubeydullah b. Ömer’e, Hz. Ali’nin Hz. Osman’ın katillerine kısas uygulamamış olması, İslam tarihi boyunca Müslüman devletlerin başka Müslüman devletlerle savaşmaları, günümüzde bazı sözde İslami parti ve cemaatlerin; mensuplarının gayrı imani ve İslami hareket ve söylemlerini onaylamaları bu kapsamda düşünülebilir. İslâm’a pragmatist yaklaşan veya onu rasyonalize eden birey ve yönetimler de Müslüman olduklarına inanıyor ve bunu dillendiriyorlarsa bu kapsamda düşünülebilir.
Beşinci Grup Günahlarından Pişmanlık Duyan Müslümanlar: İslam tarihi boyunca Müslümanlarda görülen iman ve amel uyuşmazlığı gerçekte sadece bu kısımda ele alınabilir. Bu kimseler, iman ettikleri halde bireysel veya toplu halde heva ve heveslerine uyduklarından dolayı Allah’ın emrettiklerini yapmayıp nehyettiklerine yönelenlerdir. Bu Müslümanlar yanlış yaptıklarını bilir, bundan pişmanlık duyar, tövbe eder ve etmişlerdir veya en azından pişmanlık yaşamışlardır. Toplumsal bazda, Hz. Hüseyin’e ihanet edip onu yarı yolda bırakan Küfelilerin durumu buna örnek olabilir. Zira onlar Kerbela’da yaşananlardan sonra Muhtar es-Sekâfî ve Tevvâbȗn hareketleri öncülüğünde toplanıp mücadele etmekle bu günahlarının acısını azaltmaya çalışmışlardır. Bireysel olarak her mezheb ve meşrepten, her farklı statü ve seviyeden Müslüman bu sınıfa dâhil olmuştur ve/veya olabilir. Kur’anda ve hadislerde bu sınıftaki Müslümanlardan ve onların çeşitli günahlarından söz edilmiştir.
Altıncı Grup Anakronizm Yaşayan ve Yaşatan Müslümanlar: Bu kategoride olduğu kabul edilebilir olan İşid ve benzeri örgütlere mensup Müslümanlarda görüldüğü varsayılan iman-amel uyuşmazlığı gerçekte bir iman-amel uyuşmazlığı değildir.  Olsa olsa var olan durumu ve şartları bilinçli olarak kabul etmemekten/edememekten kaynaklanan anakronizm yani tarih dışılık/tarih yanılgısı olarak ifade edilebilecek bir durumdur. Bugün varolan bu örgütlere mensup Müslümanlar, yaklaşık 1400 yıl öncesinde yaşamış dört halifenin yapmadıklarını/yapamayacak olduklarını yapmaktalar. Devletlerin istihbarat güçlerinin elinde bir oyuncak gibi kullanılan, gerekirse İsrail ve diğer işgalci güçlerle bile anlaşabildiği halde kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları en ufak bir söylem ve eylemle mürted ilan edip öldürülmelerini helal gören bu insanlar,  savaştıkları insanların kızlarını cariye diye alıp köle pazarlarında satar, kendileri ile aralarında çok ufak farklı bakış açısına sahip Taliban ve el-Kaide gibi örgütleri bile tekfir ederler ve insanları canlı canlı ekranlarda yakar ve yüksek yerlerden aşağıya atarlar. Halbuki bundan yaklaşık 1400 yıl önce  örneğin Hz. Ömer yanında Kuran ve beraber yaşadığı Hz. Peygamber’in söz ve fiilleri olduğu halde değişen siyasal, sosyal ve ekonomik şartlara ve yeni doğan ihtiyaçlara göre birçok yenilik yapmış, önceki bazı uygulamaları kaldırmış, sınırlandırmış veya yeni bazı uygulamalar ihdas etmiştir.
İslam tarihinin ilk dönemlerinde de İşid vb. örgütler gibi aşırı ve marjinal Müslüman oluşumlar var olmuştur. Ancak İşid vb. örgütler için söz edilen anakronizm onlar için geçerli değildir. Onlar, kendi zamanlarında ortaya çıkan siyasi-dini ayrılık ve çatışmaların ürünüdürler ve yaptıklarıyla kendi tarihsel koşullarının sınırları çerçevesinde hareket etmişlerdir. Onların kendi tarihsel koşulları içinde yaptıkları –aşırı da olsa- bir yere kadar anlaşılabilirdir. Hasımları olan Müslüman gurup, mezhep ve meşrep tarafından onların yanlış görülen amelleri ise -zulüm veya fısk sayılsa bile- aslında imanlarıyla tam bir uyum içerisindeydi.
İşid vb. örgütlere mensup olan insanların yapıp ettiklerinin anlaşılması için aslında ilk dönemlerden başlamak üzere Müslümanların Kuran ayetlerine ve hadislere bakış açılarının net bir şekilde ortaya konması da gerekmektedir.
Bugünde dahil olmak üzere tarihleri boyunca Müslümanlar Kuran’a üç değişik şekilde iman etmişlerdir. Birinci kısımdaki Müslümanlar -Her dönem sayıca büyük çoğunluğu oluşturmuşlardır-  onun bütün ayetlerinin evrensel olduğuna ve her zaman aynı şekilde onların anladıkları gibi -yorumlamaları birbirinden farklı olsa da- geçerliliğini koruduğuna ve içinde geçen her şeyin olduğu gibi her şartta ve koşulda uygulanması gerektiğine iman etmişlerdir. Bu gruptakiler doğal olarak hadislere de bu şekilde yaklaşmışlardır. Onlardan bazıları açıkça çelişkili görünen hadisleri bile uzlaşı yoluna gitmişlerdir.
İkinci kısımdaki Müslümanlar, onun tarihsel olduğuna ve tarihi bilgileri içeren ayetleri dışındaki medeni, cezai vb. hükümlerin değişebileceğine iman etmişlerdir. Bunlar hadislere de bu doğrultuda yaklaşıp sözü edilen konulara ait hükümler içeren hadisleri tarihsel kabul etmişlerdir ve onların da değişebileceğine inanmışlardır.
Üçüncü kısımda yer alanlar ise onun tümden tarihsel olduğuna iman etmişlerdir. Bu kimseler doğal olarak hadislere de öyle yaklaşmışlardır. 2. ve 3. gruptakiler tarihin bazı dönemlerinde ve coğrafyalarında görüşlerini net ortaya koymamış/koyamamış bunun yerine 1. sınıftakilerin tepkisini çekmemek için Kuran’ın yorumlanması yoluyla kendilerini ifade etmişlerdir. Az da olsa bazı Müslümanlar ise hadis özelinde senetlerden ve cerh ve tadil âlimlerinin hadis ve hadis ricali hakkındaki farklı görüşlerinden yola çıkarak neredeyse bütün hadisleri inkâra yönelmişlerdir. Şia gibi mezheplerin hadise ve hadislere bakış tarzı da her dönemde İslam âleminin çoğunluğu oluşturan Ehl- Sünnet’ten farklıdır.
Elbette birinci gruptakilerin tümü İşid gibi hareket etmemektedirler. Onların içinde İşid vb. örgütlerin ilk örnekleri sayılabilecek gruplar yer aldığı gibi, Sünni ve Şiilerin büyük çoğunluğu da yer almaktadır. Kuran’ın tarihsel olmadığına iman etmekle beraber 1. gruptakilerin tümünün İşid gibi hareket etmemelerinin en büyük nedeni, onların yorum üst başlığı altında toplanabilecek külli fıkıh kaideleri, siyaset-şeriyye, mesalih-ı mürsele, kıyas, ictihad, istihsan ve takiyye gibi hukuki kavramsallaştırmalarda bulunmaları ve bu kavramları yere ve zamana göre uygun bir şekilde işletebilmeleridir. Onlar bu şekilde hareket ederek hem Kuran’ın evrensel olduğuna iman etmiş hem de kendilerini korumuş ve devamlılıklarını sağlamış oldular. Ancak bugün gelinen noktada İslam medeniyeti ve ümmeti bağlamında içinde bulunulan düşünsel ve pratik kaos artık onları da etkilemektedir. Çünkü onlar içinde de her zaman İşid vb. örgüt ve hareketlerin çıkma potansiyeli bulunmaktadır. Zira beraberinde tutarsızlık ve çelişkiyi de barındırabilen sayısız yorumların zamandan zamana, mekândan mekâna ve kişiden kişiye değişebilmesi olgusu; her zaman İşid gibi aynı kaynaktan beslendiği halde 1. gruptaki diğer Müslümanlar gibi sözü edilen o kavramları işletemeyen/işletmeyen yani yorumlamayı ve tarihselliği bir tarafa bırakıp güya özcü davranan hareketlerin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Bugünkü Müslümanlar genel manada içinde bulundukları halin kriz hali olduğunda ittifak etmekteler. Ancak bu kaos halinin asıl nedenlerini bir türlü doğru bir şekilde ortaya koyamayan Müslümanlar, bırakın bu durumdan çıkmanın özgün yollarını bulmayı ve bunu gerçekleştirmeyi birbirleriyle aralarındaki ayrılık ve çatışmaları uzun bir süre daha sürdüreceğe benziyor ve kendi medeniyetlerinin kurdu olmaya teşne görünmekteler. Bizler söz ve görüntümüzle birbirimize ne kadar iyi Müslüman olduğumuzu göstere duralım içinde bulunduğumuz bu kaos ortamının en büyük müsebbibi Batıdır ve Siyonistlerdir retoriği artık biz Müslümanlara da pek inandırıcı gelmemektedir. Bugünkü durumumuz bağlamında onların hiçbir etkisi yoktur denilemese de bu kaosun önemli sebeplerinden bazılarının kökleri İslam tarihin bazı dönemlerinde yaşanmış bazı siyasi-akidevi olaylarda ve İslam medeniyetine ait değişik ilim dalına ait bazı eserlerde yatmaktadır. Örneğin Şiiler ile Sünniler bu yüzyılda her iki taraftan tutucu ve fundamentalist olanların engellemelerine rağmen bir çok defa bir araya geldiler takrib, diyalog ve tekarub konularında onlarca toplantı, konferans ve sempozyum düzenlediler. Bu bağlamda kurumlar açtılar üniversitelerde bölümler kurdular.  Fakat gelinen noktada Şiicilik ve Sünnicilik hala İslam ümmeti arasında geçer akçe ve kullanılabilen değerli bir ayrışma aracıdır.
Kaosun önemli sebeplerin başında ise Kuran ve hadise kaynak-içerik, anlama-yorum ve evrensellik açılarından bakış açısı dolayımındaki farklılıklar, onların çok değişik şekillerde yorumlanmış olması ve yorumlanabilmesi gelmektedir. Ayrıca iç bünyeye ve yapıya bakmaksızın düşmanı daima dışarıda aramak tarih boyunca hiçbir bir fayda sağlamamış ve düşünsel ve pratik sorun, tutarsızlık ve çelişkilerimizin artarak katmerleşmesine sebep olmuştur. Hz. Osman’ın katli, Sıffın, Cemel, Nehrevan savaşları, Kerbela Vakası, Harre Vakası, İbn Zübeyr ve Muhtar es-Sakafi’nin Emevi devleti ile olan savaşları, Abbasiler döneminde yaşanan Fah vakası, Ebü’l-Abbas es-Saffah’ın Emevi ailesine yönelik katliamları, Fatımi-Abbasi savaşları, Eyyübi-Fatimi savaşları, Endülüs’te vali ve emirler, Murabıtlar ve Muvahhidler ile bağımsız beyliklerin aralarında meydana gelmiş savaşlar, Memlüklü-Osmanlı Savaşları, Osmanlı-Safevi savaşları ile günümüzde yaşanan Suriye savaşı; tarih boyunca değişik zaman dilimlerinde ve coğrafyalarda bulunan ameli ve itikadi mezheplerin, cemaatlerin ve partilerin birbirleriyle çatışmaları ve çatıştırılabilmeleri böyle olmadığını göstermektedir. Bu olayların tümünde az veya çok o günkü siyasetin etkisi olsa da neye inanıldığı, nasıl inanıldığı ve neyin nasıl anlamlandırılıp yorumlandığı gibi sebepler de her zaman kullanışlı ve önemli inanç ve düşünsel sebepler arasındadır.
Bu kaos haline bir dur denilmezse İslam aleminde her geçen gün ateist Müslüman, deist Müslüman, gnostik Müslüman ve nihilist Müslüman gibi kendi içlerinde çok derin çelişki ve tutarsızlıklar taşıyan huzursuz bireylerin sayısının artması kaçınılmazdır. Hayatın her alanda sözüedilen bu Müslümanlarla diğer Müslümanlar arasında bir çatışma, gerginlik ve ayrışma hali yaşanabilir. Bu ilerisi için yeni bir tehlike arz etmektedir. 

Yukarıda zikredilen durumların üstesinden gelinir mi gelinemez mi bilinmez ama her sorumluğunun bilincinde Müslüman bireye şöyle bir öneride bulunulabilir: Müslümanların bir an önce ellerini birbirlerinin yakasından önkoşulsuz çekmeleri hem bireyler hem cemaatler hem de devletler olarak birlikte tarihleri ve bugünleri üzerine, imanları ve bu imanları doğrultusunda gerçekleştirdikleri eylemleri; kutsal metinleri ve onların yorumları üzerine dürüstçe kafa yormaları ve ardından bunun sonucu olarak kendi kendilerine ve beraber yaşamak zorunda oldukları kendileri dışındaki diğer insanlara ve devletlere bugün için ne söyleceklerini belirlemeleri ve bunu net bir biçimde tutarlıca ve beraberce ifade etmeleri gerekmektedir. Eğer bugün görüldüğü üzere İslam devletleri, kendi ulusal çıkarlarını; İslami partiler partilerinin geleceğini, İslami cemaatler cemaatlerinin geleceğini, Müslüman bireyler ise kendi huzur ve rahatlıklarını İslam medeniyeti ve varlığına önceliyorlarsa yapılacak şey global ölçekte İslam medeniyetini önceleyen birey, cemaat, parti ve devletlerle bu uğurda birlikteliklerin sağlanmasıdır. Aslında ulus–devlet anlayışının, liberal kapitalist ekonomik sistemin, demokratik yönetimlerin, bireyselleşmenin ve konformizmin insan ve doğa için en iyisi olmadığının net bir biçimde ortaya çıktığı bugünkü postmodern dönem bunun tam zamanıdır. Bu İslam aleminin belki de son şansı. Yoksa bazılarının çalıştığı ve beklediği gibi İslam’da bir Batı’daki gibi Protestanlık çıkmayabilir, çıksa çıksa eskiden İslam dinine mensup olup gelecekte girecek din bulamayan veya girdiği tüm dinlerde huzuru bulamayan, medeniyetini yitirmiş mutsuz milyonlar yığını çıkabilir. Yahut eskiden mezhep ve meşrep ayrılığı şeklindeki sonuç, din ayrılığı bağlamına evrilebilir. Yani ortaya geçmişte olduğu gibi İslam kaynaklı tek tük değil, kökünü İslam’dan alan birçok yeni güya din çıkabilir. 

1 yorum:

  1. BAKIŞ
    Hayat; paylaşmaktır. Maalesef emperyalistlerin rüyası ise biriktirmek olduğu için, negatif dediğimiz bütün olumsuzluklarda bundan kaynaklanmaktadır. Adalet ve huzur dediğimiz kavramlarda, biriktirmeye esir olmuş durumdadır. Bunun farkında olmalıyız.
    Daima dün, bugün ve yarınların bir birleriyle bağlantısı vardır. Huzur, geçmişten geleceğe yaşanan tecrübelerden meydana gelen dün, bugün ve gelecektir. Huzur, adalet ve ahlaklı yaşamayı kültür haline getirelim ve sahip çıkalım. Kutsal olan insandır farkında olalım.
    "Haksızlık karşısından, hakkından vaaz geçen, hakkıyla birlikte şerefini de kayb eder." (Hz.Ali (r.a.)) Zulme, zalime, haksızlığa, hukuksuzluğa asla teslim olmayacağız. Yaşamak, direnmektir şiarı ile hareket etmeliyiz. Çünkü hayat doğumdan ölüme kadar kesintisiz devam ediyor. Ölümden sonrada, bu dünyada yaptıklarımızın hesabı doğrultusunda ödül veya ceza verilecektir. Bilelim ve ona göre düşünelim!...
    Yaratana kul olmayı bırakıp, maddiyata ve güce kul olmaya başlayanlar, kişilikleri ile birlikte her şeyini kayb etmiştir. "Rızık Allah'tandır." Unutmayalım!...
    Yeter ki bir şeyler yapalım, çaba harcayalım.
    Her ne olursa olsun, hislerden önce düşünce ile hareket edilmesi gerekir. Sebep ve sonuç ilişkisini sorgulayarak meselelere yaklaşmak lazımdır. Aksi durum, Şeytan ayrıntılarda gizlidir.
    Özlü, kendisinin farkında ve sorumlulukların de bilinci olup, ilkeli yaşamdır. Bu tür hayat yaşayanların felsefesi, liyakat ve işin ehli kuralı gereğince "mekanları güzelleştirin ve çirkinleştiren insandır" bilinci ile hareket ederler. Düşünelim...
    Beni bırakıp, biz kavramın içeriğini işlevsel hale getirelim, dünya ve berzah menfaatimizi onda arayalım. O zaman herkes huzurlu ve adaletli yaşam sürer.
    Başımıza ne geldiyse, mal biriktirmekten kaynaklanan hırs ile nefsani emarenin hüküm sürmesinden vasıflı dır. Akıllı ve empatili hareket edelim, rezil yerine vezir olalım. Bilelim....

    YanıtlaSil

Yazarlar